22 Aralık 2014 Pazartesi

MARAŞ KATLİAMININ 36. YILI DATÇA DA ANILDI.

MARAŞ KATLİAMININ 36. YILI DATÇA DA ANILDI.

Datça’da Demokrasi Platformu olarak, Datça Belediyesi'nin katkıları ile Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şubesi olarak Pir Sultan Abdal Derneği Datça Şubesi ile birlikte gerçekleştirdiğimiz Maraş Katliamının 36. yılı Anma Etkinliği Etkinliği, 19 Aralık-2014 Cuma günü Saat: 19.00 da Bülent Ecevit Kültür Merkezinde yoğun bir katılımla gerçekleştirildi.

(Video Görüntü için Tıklayınız.)

Panel, Nadi ÇOBAN’IN öncülüğünde başladı. Anma saygı duruşuyla sürdü, ardından konuşmalara geçildi.Anmayı düzenleyen kurum başkanlarından ilk konuşmayı Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Datça Şube Başkanı Mustafa KATIKÇI, ardından Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Başkanı Murat YILDIRIM ve anmanın gerçekleşmesine destek sunan Datça Belediye Başkanı Şener TOKCAN günün önemini belirten konuşmalarını yaptılar.

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Datça Şube Başkanı Mustafa Katıkçı ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şube Başkanı Murat Yıldırım, Maraş olaylarını ve o gün yaşananları anlatırken halkın duyarlı olması ve örgütlü bir toplum yaratılmasına değindi, bir daha bu tür katliamların yaşanmaması için birlik ve bütünlük içinde bulunulması çağrısında bulundu. Daha sonra Maraş Katliamıyla ilgili panele geçildi.

Panelistlerden ilk konuşmayı Abbas TAN yaptı. Abbas TAN, yaptığı konuşmada Maraş Kıyımının nasıl oluştuğunu, aşamalarını ve yaşanılan acıları dile getirdi. Bir daha Maraş’ların yaşanmaması için örgütlülüğe vurgu yaptı.

Ardından panelist Süleyman ZAMAN söz aldı. Zaman, Maraş Kıyımı’nın nedensellikleri üzerinde durarak katliamın arka planlarını ve tarihsel süreçlerini anlatmaya çalıştı.

Panel daha sonra sorulu-yanıtlı devam etti. Panel sonrası Ali Ekber BAYAR, bağlamanın ağıtlarıyla anmaya katıldı. BAYAR, panelde okuduğu şiirlerle, çaldığı bağlamasıyla ve ağıtlarıyla katılımlara duygulu anlar yaşattı.Panel yaklaşık üç saat sürdü ve 22’de sona erdi.


YEREL BASIN HABERİ

  
  •  * Datça Havadis Gazetesi Haberi >>

  •  * Yarımadanın Sesi Gazetesi Haberi >>


    RESİM GALERİSİ

        * Foto Galeri ve Slayt >>

    (Resmi Büyük Görmek için Lütfen Resimin Üzerine Tıklayınız.)





    BAŞKAN MURAT YILDIRIM'IN KONUŞMASI

    MARAŞI KANA BULAYANLARI LANETLİYOR

    ÖLDÜRÜLEN CANLARIMIZI SAYGIYLA ANIYORUZ

    Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şube Başkanı Murat Yıldırım, konuşmasına panele katkılarından dolayı Datça Demokrasi Platformu'na ve Datça Belediye Başkanı Şener Tokcan'a teşekkür ederek başladı.

    Kahramanmaraş olayları; 19 Aralık-26 Aralık 1978‘de Kahramanmaraş‘ta meydana gelen, Cumhuriyet tarihinin en önemli katliamlarından biridir. Darbesine gerekçe olarak kullanılan ya da hazırlanan olaylardan biri olarak kabul edilir. HACIBEKTAŞ VELİ ANADOLU KÜLTÜR VAKFI DATÇA ŞUBESİ OLARAK bu ve benzeri katliamlarda öldürülen canlarımızı her zaman anacağız. Bu olayların tekrarlanmaması için halkımız çok duyarlı olmalı. Katilleri naletlemeli ve olayıda tekrar hatırlamalı.

    Bu olayı ve sonucunu kısaca sizlere hatırlatacağız.

    Siyasal nedenlerle körüklenen Alevi-Sünni ayrılığının Kahramanmaraş’ta gerginliği tırmandırdığı bir dönemde, 19 Aralık’ta kentteki sinemalardan birine patlayıcı madde atıldı. (Daha sonra bombayı Ökkeş Kenger isimli ülkücünün kışkırtma amacıyla attığı anlaşıldı.)Bombalama eyleminin karşı görüşlü kişiler tarafında yapıldığını ileri süren kalabalık sağcı bir grup CHP il merkezine, PTT ve TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) binalarına saldırdı. 21 Aralık öğle saatleri Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu adlı iki sol görüşlü öğretmen silahlı saldırı sonucu yaşamlarını yitirdi.

    22 Aralık’ta öğretmenlerin cenazeleri kaldırılırken büyük olaylar oldu. Cenazelerin getirildiği camide bulunan bir grup, ölenlerin cenaze namazının kılınmasına karşı çıkarak engellerken bir yandan da cenaze törenine katılanların camileri ateşe verdiği söylentisi kentin Sünni mahallelerine hızla yayıldı. Bunun üzerine harekete geçen silahlı ve sopalı kalabalık gruplar Kahramanmaraş’ın Alevi mahallelerine saldırdılar. Katliama varan saldırılar sonucunda; Resmi verilere göre 105 kişi öldü, 176 kişi yaralandı, 210 ev, 70 işyeri tahrip edildi. Bir çok kadına tecavüz edildi. Resmi olmayan beyanlara göre ise ölü sayısı 500'e yakındır.

    Sıkıyönetim mahkemelerinde açılan davalar 1991 yılına kadar sürmüş, çoğunlukla sağ ve aşırı sağ görüşlü olarak nitelenen toplam 804 kişi hakkında dava açılmış, sanıklardan; 29 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1 – 24 yıl arasında hapis cezaları ile cezalandırılmıştır. İdam ve müebbet hapis cezaları dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanmış ve cezaları azaltılmıştır. Sıkıyönetim mahkemesinin kararı Yargıtay tarafından bozulmuş, yeniden yapılan yargılama sonucunda idam cezaları uygulanmamıştır. Ceza alanların cezaları da; 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle, ertelenerek serbest bırakıldılar. Bu kişilerden bazıları daha sonra milletvekili olarak TBMM çatısı altında yer aldılar.

    Olaylardan sonra Maraş`ta yaşanan yoğun göç nedeni ile sol görüşlü yurttaşların ve Alevi yurttaşların yüzde 80'inin Maraş’ı terk ettiği tahmin edilmektedir.

    Yönetim Kurulu Adına Murat YILDIRIM


    ARAŞTIRMACI YAZAR SÜLEYMAN ZAMAN'IN KONUŞMASI

           MARAŞ KIYIM   

    Maraş’ta,19 Aralık 1978 tarihinde başlayıp, yaklaşık bir hafta kadar süren; art arda yaşanan,  insanlık adına büyük acılar yaşatan katliamlar sonucunda, çoluk-çocuk, kadın-erkek- gebe-genç vs. demeden 500’e yakın insanımız öldürüldü.

    Bu katliam Alevilere dönük yapılan ne ilk, ne de son katliamdı.

    Nitekim 02 Temmuz 1993 günü yapılan dünyanın en büyük katliamlarından birisi olan Sivas Madımak Yangını, 1995 Gazi olayları vs. gerçekleşmiştir.

    Birçok insanda, Alevilere ve Aleviliğe dönük bilinçaltına yerleşmiş olan, insanlık dışı değerlerin, algıların ve nefret söylemlerinin sürdüğü görülmüştür. Ayrıca, göstermelik ve biçimsel “Alevi Sevgisi” gösterenler olduğu gibi.

    Son dönemlerde, birçok yerlerde “Alevilerin Evleri” işaretlenmiş ve korku salınmaya çalışılmıştır.

    Alevi köylerine cami yapılarak zorla Sünnileştirme işlevleri sürdürülmüştür.

    Alevilerin ibadet yerleri olan Cem Evleri, devleti yönetenler ve diyanet tarafından yok sayılmış ve Aleviler “Cami”ye çağrılmıştır.

    Eğitimde alevi çocuklarına Sünnilik öğretilmekte ve hızlı bir başkalaşma yaşatılmaktadır.

    Dolayısıyla, Selçuklulardan bu yana Alevilere dönük baskılar ve kıyımlar değişik şekillerde sürmüş ve günümüzde de farklı konumlarda sürdürülmektedir.

    Yeniden Maraş Katliamına dönersek; insanlık düşmanı katliamcılar tarafından gerçekleştirilen bu kıyımın olayları, Aziz Tunç’un Maraş Kıyımı isimli kitaptaki bilgilere göre, genel olarak şöyle gelişmiştir:

    1978 yılının Nisan ayının başlarından itibaren, Maraş’ta bazı olağandışı gelişmeler yaşanmaya başlamıştır. ETKO  (Esir Türkleri Kurtarma Ordusu) isimli örgüt, 03 Nisan günü Alevilerin/Solcuların yoğun olarak yaşadıkları Yörükselim Mahallesi’ne baskın yaparak, orada ki bir kahveyi taramışlardır. Bu tarama sonucunda 81 yaşında ki Sabri Özkan Dede öldürülmüştür. Bu saldırılar kentte, ardı ardına provokatif yöntemlerle sürdürülmüştür. Faşist güçler halka korku salmaya çalışmışlar ve bunun sonucunda da halkta tedirginlik oluşmaya başlamıştır.

    MHP, Ülkü Ocakları gibi faşist parti ve kurumlar, kentteki saldırılarını arttırarak, devrimci/solcu ve ilerici halk üzerinde korku var etmeye çalışmışlardır.

    Aynı dönemlerde CHP Pazarcık İşçe Başkanlığı’na bombalı paket gönderilmiş ve ilçe başkanı paketten şüphelendiği için açmamış, fakat paketi açan postacı bombanın patlaması sonucu ölmüştür.

    ETKO, Elbistan’da saldırılarını sürdürmüş ve halka korku salmıştır. Çeşitli provokasyonlar içinde olan faşist güçler, özellikle Sünni-ırkçı ve gerici köylerde, Alevi/Kürt, solcu, devrimci köylere ve halka karşı kışkırtıcılık yapıyorlardı. Özellikle “komünist Alevilerin inançsız olduklarını ve onların camiye gitmedikleri gibi camileri bastıklarını, Kur’an’ı yaktıklarını” söyleyerek, Sünni halkı Alevilere karşı yanla-yanlış bilgilerle dolduruyorlardı.

    Legal ve illegal şekilde hareket eden bu faşist güçler, kendilerine yakın gördükleri toplulukları kışkırtmayı sürdürüyorlardı. Gerici-ırkçı- baskıcı ve merkezci anlayışa sahip olan bu katliamcı güçler; Sünni halkı Alevilere, ilericilere, devrimcilere vs karşı komplocu ve bozucu davranışlarını devam ettirdiler.

    Maraş’ta ki faşist-ırkçı MHP’li ve AP’li işverenler, esnaf vs buradaki baskıcı ve katliamcı güçlere her türlü maddi desteği veriyorlardı.

    Kentte ki katliamcı güçlerin hedefinde daha çok POL-DER, TÖB-DER, CHP, Aleviler ve Kürtler bulunmaktaydı. Çünkü bu güçler, kendileri gibi düşünmeyeni düşman gören ve onlara yaşam hakkı tanımayan bir anlayışa sahiptirler.

    O sıralarda kentte ayrıca CİA ajanları da bulunmaktaydı ve bu ajanlar faşist güçlerle görüşüp onları halka karşı kışkırtan söylemler ve yalan-yanlış bilgiler veriyorlardı. Katliam öncesinde ABD Büyükelçiliği 1. Kâtibi Robert Alexandr Pecle Maraş’a gelmiş ve bir süre sonra da burada provokatif olaylar hızla artmıştır. Sormak gerekir? Bu büyükelçi kâtibinin Maraş’ta işi ne olabilir ki? Bunun yanıtını dönemin İç İşleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş vermiştir. Güneş, Pecle için “O, her gittiği yerde olay çıkarmıştır”… Yeterince açık değil mi? Bu olgu bize, bu katliamın çok önceleri hazırlandığını göstermektedir.

    Peki, kim vardır bu tertibin içinde:

    -ETKO

    -MHP

    -ÜGD

    -MİT

    -CİA

    -JİTEM

    -PARAMİLİTER GÜÇLER (Devlet tarafından destek gören sivil güçler).

     

    Bu güçler süreç içinde birbirilerinin içine girerek, kentte kargaşa, korku, baskı vs yaratmak için her türlü yönteme başvurmuşlar ve kısacası birçok saldırının yapılmasına katkı sunmuşlar veya bizzat saldırıların içinde yer almışlardır.

    Maraş’ta katliam öncesinde bazı mahalleler de, Alevilerin ve devrimcilerin evleri işaretlenmiş ve bazı yerlerdeyse tam tersine Sünnilere ait evlerin duvarlarına MHP, ÜGD, Katil Ecevit, Üç Hilal gibi, dönemin faşistlerinin kullandıkları sloganları yazmışlardır. Böylece kendi sloganlarının yazıldığı evlerin kendi yandaşları oldukları iletisini vermişlerdir. Bir nevi haberleşme aracı…

    Maraş’a dışarıdan “Milli Piyangocular” kimliğiyle kentli olmayan insanlar getirilmiştir. Bunların gerçekte Milli Piyangocu olmadıkları ortaya çıkmıştır. Kimdi bunlar? Bilinmeyen “karanlık insanlar”… Bu oluşumların hepsi katliamın hazırlıklarıydı.

    Esasında katliamın özü; Alevilerin ve Alevilere destek verenler olarak düşündükleri ilericilerin katliamına dönük olduğu ve aslında Alevileri tasfiye etmek olduğu belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır.

    Aralık ayına kadar faşist katliamcı güçler, kentte birçok tertip içinde bulunmuşlar ve katliama gidecek olayları ve olguları yaratmışlardır. Artık son tertiplerini yapıp, katliamı gerçekleştirecek aşamaya gelmişlerdi. Benzin hazırdı… Benzinin yanması için de kibrit çakmak gerekiyordu. Söz konusu kibrit 16 Aralık günü çakıldı.

    16 Aralık 1978 günü ÜGD, “Güneş Ne Zaman Doğacak” isimli, Cüneyt Arkın’ın başrolde olduğu film gösterime girer. Bu gösterim sırasında POL-BİR’li polislerle, ÜGD’ liler birlikte güvenliği sağlamaya çalışmışlardır.

    Bu film, konusu itibariyle ırkçı-kafatasçı bir filimdir. Film de, Sovyetler Birliği eleştirilir, Stalin’in baskısından kaçan Türkler konu edinir.

    Söz konusu film, 19 Aralık 1978 günü Çiçek Sinemasında gösterimde olduğu bir sırada, film oynarken, sinemaya patlayıcı atılır. Bunun sonucunda yaralanmalar gerçekleşir. Patlayıcıyı Alevilerin-Solcuların attıkları yönünde kışkırtmalar yapılır. Bu propagandadan etkilenen ve onca kargaşa içinde sinemadan bir kızgınlıkla ve öfkeyle çıkan halk, sinemanın yan tarafında bulunan (belediye çalışanları tarafından daha önceden hazırlanmış ve özel yapılmış) sopaları ellerine geçirirler. Bunlar büyük bir hınçla ve kızgınlıkla ve nefret uyandıran sloganlarla, sinemaya yakın bir yerde olan ve içinde PTT ve CHP İl yönetiminin bulunduğu binaya girerler ve orada Alevilere ve devrimcilere ait işyerlerine saldırırlar ve bina da bulunan Alevi/Solcu işyerlerini tahrip ederler.

    19 Aralık, daha sonra olacakların habercisiydi ve yangının fitiliydi. Sonradan olacaklar önceden belliydi. Buna karşın yetkililer gerekli önlemi almadılar. Tam tersine devletin yöneticilerinin gözlerinin önünde katliama doğru gidiliyordu.

    19 Aralık olayı, katliamın startının verildiği tarihtir. Aslında katliam yapacak olanlara bahane bulunmuştur. Bahaneyi de kendileri yaratmıştır. Çünkü sinemaya bombayı Aleviler/Solcular atmadılar. Kim attı? Bugün bile bu belli olmamıştır. Bir karanlık olay… Faili meçhul bir kişinin attığı bomba… Katliamı düşünen karanlık güçler kimse?! Sinemaya patlayıcıyı atan da onlardır.

    20 Aralık 1978 günü, yine bir olay yaşanır. O gün, bu kez de, Alevilerin ve ilericilerin gittikleri “Akın Kıraathanesi” bombalanır. Bu olaydan 2 kişi yaralanır. İnsanlar da tedirginlik iyice artmıştır. Halk diken üstünde oturmaktadır.

    21 Aralık 1978 günü, 2 TÖB-DER’li öğretmen (Mustafa YÜZBAŞIOĞLU ve Hacı ÇOLAK) faşistler tarafından taranarak öldürülür. Kentte tam bir kaos ortamı vardır. Duyarlı insanlar yetkili aramakta ve bu olayların son bulmasını arzu etmektedirler.

    22 Aralık 1978 tarihi katliama doğru gidişin daha da netleştiği tarihtir. O günü, Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları Yörükselim Mahallesinin halkı başta olmak üzere, kentteki devrimci/solcu ve ilerici güçler, şehit edilen devrimci öğretmenlerin cenazesini kaldırmak için bir araya gelmeye çalışıyorlardı. Ama başta güvenlik güçleri olmak üzere, faşist güçler de buna engel olmaya çalışıyorlardı. Bir araya gelmeyi başaran ilerici güçler cenazeyi kaldırmaya çalışırken, aynı süreç içinde bir başka mekânda faşist katliamcı güçler de toplanıyorlardı. Toplanan katliamcı/baskıcı güçler, devrimci/ilerici topluluğa doğru kışkırtıcı sloganlar atıyorlardı.

    Bir yandan da bu faşist güruhu yönlendiren kışkırtıcılarsa yalanlarına devam ediyor ve orada ki gerici halkı galeyana getirmeye çalışıyorlardı. Bu kışkırtıcılar kitleye,   “komünistler cami bastı”, “Aleviler cami yaktılar”, vs. gibi yalanları söylüyor ve katliamcı güçlerin eyleme dönüşmesinin psikolojik boyutunu hazırlıyorlardı.

    Devrimci ve ilerici güçler 2 devrimci öğretmenin cenazesini taşıyarak Ulu Cami’ye yaklaşmışlardı. Tam bu sırada cenaze kortejine doğru yürümeye başlayan faşist katliam”cı güçler, “Komünistler Moskova’ya”, Komünistlerin cenazesi kaldırılmaz”,  bunlar Allahsız/inançsız”  vs gibi sloganlar atıyorlardı. Kısa sürede Ulu Cami’nin çevresinde biriken faşist güçler, belirli güçlerin ajitasyonuyla coşmuş ve kendilerinden geçmiş halde, ellerinde ki sopalarla, silahlarla, taşlarla ve olanca nefretleriyle cenaze kortejine saldırmışlardır. 

    Devrimci/ilericiler, büyük bir üzüntü içinde cenazelerinin defin işlemini gerçekleştirmeye çalışırken, beklenmedik bu saldırı karşısında ne yapacaklarını şaşırmış ve silahlı saldırı nedeniyle de topluluk dağılmak zorunda kalmıştır.

    Bu saldırı sonucu, panik içinde sağa-sola kaçan Aleviler ve solcular, büyük bir oyunla karşı karşıya kaldıklarını görmüşler ve saldırı sonucunda yaralanmalar olmuştur. Cenazeler yerde kalmıştır. Bu insanlık dışı davranışı gösteren sözüm ona “inançlı olduklarını söyleyen, Sünni/gerici güruh”, cenazeye saldırıyı inancının hangi değeriyle açıklamaktadır. İnanç da cenazeye saldırı var mıdır? Bu nasıl bir inançtır?

    Bu olaylar yaşanırken, güvenlik güçleri sadece izlemişlerdir. Bu olaylar sırasında nasıl öldürüldükleri bilinmeyen faşistlerden üç kişi öldürülmüştür. Bunların failleri bulunamamıştır. Ama bu cenazeler, faşist güruhu katliama yönlendirmek için itici bir güç oluşturmuş ve bu, katliamcı güçlerin sonra ki saldırılarının gerekçesi olarak kullanılmıştır. 21 Aralığın gecesi, sabaha kadar faşist katliamcı güçler kentte terör estirerek gösteriler yaptılar ve şiddete başvurdular. Çevre ilçelerden ve yakın yerlerden otobüslerle, kamyonlarla, traktörlerle kendi yandaşlarını kente taşıdılar.

    Katliamın ilk günü Ulu Cami çevresinde yaşanmışken, şimdi neredeyse tüm kente yayılacak bir konuma gelmişti. Cami’yi dolduran topluluğa, yalan yanlış bilgiler veren ve oradaki güruhun güdülerini dürtüleyen, duygularını tahrik eden, düşmanca duyunçlara kapılmasını sağlayacak konuşmalar yapan kışkırtıcılar, orada ki güruhun daha çok dini değerleri, ırkçı/etnikçi sloganları kullanmışlar ve oradakilerin zihinlerini pohpohlamışlardır. Gerici ve ırkçı kafaları böylece motive etmişlerdir. Kışkırtıcıların güdülemesiyle coşan katliamcı/ saldırgan güruh, birer canavara dönüştürüldüler. İlk günkü saldırılarda 80-100 civarında işyeri tahrip edilmiş, 39 vatandaş, 4 polis, 3 komando, 3 jandarma olmak üzere 49 kişi yaralanmıştır. Ayrıca 1 trafik otosu, DSİ’ine ait bir minibüs yakılmış ve 5 polis aracının da camları kırılmıştır. Bu olaylar nedeniyle yalnızca 3 kişi tutuklanmıştır. İlk gün yaşanılan olaylar nedeniyle Devrimci Öğretmenlerin cenazeleri orada kalmıştır ve cenaze töreni yapılamamıştır. Güvenlik güçleri saldırgan güruhu dağıtacaklarına, faşist güçlerle birlikte, devrimci güçlerin dağılmasını sağlamışlardır. Bunun üzerine devrimci-solcu ve Alevilerden oluşan ilerici güçler Yörükselim Mahallesinde toplanmışlardır. Burada olayları değerlendirmişler ve yaralarını sarmaya ve kayıplarını bulmaya çalışmışlardır.

    22 Aralık günü de faşist güçler durmamış ve tahrik eden eylemlerini sürdürmüşler ve bunu gece boyunca da tahriklerini devam ettirmişlerdir. Özellikle kim tarafından öldürüldükleri bilinmeyen faili meçhul 3 faşistin cenazesi de bahane edilerek kışkırtıcılar gericileri, etnikçi faşistleri daha da galeyana getirecek sloganlar atıyorlar ve sanki o 3 kişiyi “solcular öldürdüler” gibi yanlış bilgiler sunuyorlardı. Gece boyunca “Üç Müslüman din kardeşimiz komünistlerce öldürüldü” anonsuyla, saldırgan güruhu yönlendiriyorlardı. Bu olayları Yörükselim Mahallesinde ki halk hiç uyumadan izliyor ve gelişmeleri gözlemliyorlardı.

    Tüm bu olaylar, faşist katliamcı güçlerin, önemli bir saldırının hazırlığında ve tezgâhında oldukları görülmesine karşın, devleti yönetenlerin, kentin bürokrasisinin bu olayları görmezlikten gelmesi çok düşündürücüdür!!!

    23 Aralık günü, yaşanacakların habercisiydi adeta. Saldırgan güruh saldırmak için bir komut bekliyordu. Burnundan soluyorlardı adeta kudurmuşlardı. Bu saldırgan topluluk sabahtan itibaren Devler Hastanesinin önünde ve çevresinde toplanmaya başladılar. Süreç içinde bu kalabalık yaklaşık 15 bin kişilik bir sayıya ulaştı. Bunlar akla hayale gelmeyecek davranışlar sergilemeye ve sağa-sola saldırmaya başladılar. Düşmanca bir yaklaşımla, düşüncesini ve eylemini, kendisi gibi inanmayanı ve düşünmeyeni “yok etmek” üzerine kuran ve böyle davranan saldırgan faşist güçler, belirli bir süre sonra yönlerini Yörükselim Mahallesine çevirerek, mahalleye saldırmaya başladılar. Devrimci güçler ve Aleviler de böyle bir saldırının olacağını sezinlemişlerdi ve buna göre kendi savunmalarını hazırlamışlardı. Mahalleliler de korkusuzca mahallelerine karşı girişilen bu saldırıyı dirençle karşıladılar ve kısa sürede faşist katliamcı güçleri püskürttüler.

    Tüm bu olaylardan sonra valilik “sokağa çıkma yasağı” uygulamasını başlattı. Bunu belediyenin anons ederek duyurması gerekiyordu ama belediye görevlisi bu duyuruyu yapmayacağını çünkü belediye başkanından emir alması gerektiğini söyleyerek görevini yapmıyordu. Bunun üzerine Yzb. Bülent ENGİN, belediyeye giderek bu duruma el koyar ve bu duyurunun hemen yapılmasını ister. Görevli, belediye başkanından izin alamadığını ve bu nedenle duyuruyu yapamayacağını söyleyince, Yüzbaşı: “O halde başkanı arayın” der. Görevli, “aradım ama uyuyormuş, ulaşamadım” yanıtını verir. Bu yanıt üzerine kızan yüzbaşı, görevlilere dönerek: “Eğer bu bildiriyi, hemen duyurmazsanız, sizi gözaltına alacağım” deyince, görevliler bildiriyi duyurmak zorunda kalırlar. Ama iş işten geçmiştir. Bildirini, duyurunun hiçbir yararı olmaz. Çünkü artık bu gerici-faşist güruh üstünlüğü ele geçirmişti ve güvenlik güçleri de bu konuda yetersiz kalmıştı.

    Saldırgan güçler var güçleriyle, Alevilere ve solculara saldırıyorlar ve özellikle güçsüz oldukları bölgelere ve mahallelere yönelerek evlerde buldukları Alevilerin ve solcuların evlerini içinde ki insanlarla birlikte yakıyorlar, yakaladıklarına işkence ediyorlar ve kadın, çoluk-çocuk, ihtiyar-gebe, bebe vs demeden herkesi acımazsıca öldürüyorlardı. Yanan evleri söndürmeye gelen itfaiyeye bile engel oluyorlar ve itfaiye görevlilerini dövüyorlar ve engelliyorlardı.

    Yörükselim Mahallesinde ise insanlar var güçleriyle mahallelerini koruyorlar ve buraya faşist güçlerin girmesine engel oluyorlardı. Bu mahalleye giremeyen faşist katliamcı güçler, özellikle, Serintepe, Yusuflular, Dumlupınar, Sakarya, Yeni Mahalle, Duraklı, Namık Kemal vs. gibi mahallerde göreceli olarak daha az sayıda oturan ve önceden bildikleri, ya da işaretledikleri Alevilere ve solculara ait evlere saldırdılar. Bu saldırgan faşist güçler, böylece Maraş kent merkezinin her yanını savaş alanına çevirerek, göz göre göre, açıkça tezgâhladıkları Alevi Kıyımını gerçekleştirdiler. Bu saldırıyı zamanında fark eden ve faşist güçlerin elinden kurtulabilen Aleviler ve solcularsa Yörükselim mahallesine kaçarak ölümden dönmüşlerdir. Kent tam bir ölü sessizliğine bürünmüştü. Tüm bu olaylar devletin etkili-yetkili kişilerinin gözlerinin önünde yaşanıyordu.

    Bu faşist güruh, yakaladıkları Alevilere “Kelime-i Şahadet” getirtiyorlardı ve Müslüman yaptıklarını söylüyorlardı. Şu benci ve tekçi kafaya bakın… hiçbir insani değer var  mı bu kafada?!!!

    Bu saldırganlar “ordu-millet el ele”, “dinsizlere ölüm” vs diyerek, insan öldürmekten zevk alıyorlardı. Bunlara “insan” demek, ne kadar doğrudur?

    Zevkle öldürdükleri şu olaylara bakın:

    a-) Serintepe Mahallesinde, vicdanı insan kokan ve insani değerlerle donamış olan gerçek dindar (dinci değil) İmam ERGÖNÜL isimli bir Sünni, 5 kişilik bir Alevi Ailesini evine alıp söz konusu saldırganlardan korumaya çalışır. Ama saldırgan katliamcılar bu ailenin burada saklandığını öğrenir ve İmam’ın evine sığınmış olan 5 kişilik aileyi dışarı çıkarıp acımasızca öldürürler… Bunun neresinde bir nokta insanlık var?!!

    b-) Dumlupınar mahallesinde Ali Rıza İŞBİLİR isimli bir Sünni öğretmen oturmaktadır. Onun Sünni olması, katliamcı güruhun saldırısından kurtaramamıştır. Çünkü İŞBİLİR solcudur, devrimcidir. Saldırganlar, faşist katliamcı güçler, bu öğretmenin evine saldırırlar ve bir odada saklanmış olan ailenin bütün üyelerini dışarı çıkarırlar. İŞBİLİR, katil sürülerine: “Bana ne yapacaksanız yapın ama çocuklarıma dokunmayın” demesine karşın, bu acımasız, canavar ruhlu yaratıklar ellerinde ki et keserleriyle bütün aileyi öldürürler. Ne acı, ne üzücü, ne vicdanı kedere götürücü bir davranış ve insan olma onurunu yok eden bir eylem… ne derseniz deyin… kaygı verici, üzücü ve duyunçları sızlatan olaylar. Neymiş, “solcuymuş”… solcu olmak suç mu? Şu ilkel, banal, kafasız ve algısız düşünceye bakın…

    c-) Yine 24 Aralık günü, Çınarlı Caminin önünde toplanan bu katil sürüleri “kahrolsun komünistler”, Alevilere Ölüm”, diyerek; Musa Suna’nın ve Süleyman Metin’in evlerine saldırmışlar, evleri yakmışlardır. Ailelerin genç kızlarını esir almışlar ve taciz etmişlerdi. Hani, bu katil sürüleri bir de “Müslüman geçinmişlerdir”… Bunlar da ne ahlak, ne vicdan ne de insani bir değer kırıntısı bulmak olanaksızdır. Bu faşist katliamcılar, “namustan” dem vururlar ama bunlar eylemleriyle en büyük namussuzluğu yapmışlardır.

    d-) Gebe kadınları, çocukları acımadan katletmişlerdir. Hani çocuklar sabiydi, gebe kadınlar can taşıyordu. Bu gibi insanımsılara insan demek “insanlığa” hakarettir.            

    Maraş’ta gericiler ve Faşistler öldürülen öğretmenlerin cenaze namazlarının kılınmasına izin vermediler. Gerekçeleri ise; öğretmenlerin solcu olmalarıydı. Çünkü faşist, gerici ve yobaz güruha göre solcuların/Alevilerin cenazeleri, kesinlikle camiye sokulmalıydı. Bunların mantığına göre solcuların namazı kılınmaz, solcular ve Alevilerle yan yana gelinmez. İşte “tekçi/ etnikçi/merkezci/kendinci/ ve egosantrik anlayış… Bu düşünce de evrensellik var mı? Bu görüş, insani bir değer kırıntısı taşıyor mu? HAYIR…           

    Gerici, yobazlara göre, bir insan “Solcu” mu?, Komünist mi? Laik mi? Çağdaş değerlerden yana mı?  Kızılbaş mı? Kadın ve erkek eşitliğini savunuyor mu?  Herkes eşit yaşasın; insanlar, biat kültüründen kurutulup, özgür bir birey olsun diyor mu? O zaman bunlar toptan suçlu!!! Esasında suçlu, bu tür düşüncenin kaotik ve sakat bakışındadır.    

             Faşist, katliamcı güçlere göre, solcular dinsiz ve allahsızdır. İşte düz mantığın, çizgisel düşüncenin ve karmaşık algının geleceği sonuç budur. Bu tür bir görüşün, akıl ölçüsünde bir değeri yoktur. 

               Şimdi sormak ve haykırmak gerekir: Ey faşist güruh, “eğer yukarıdaki değerleri savunmak suç ise, bir düşün bakalım; “geriye, insanlık adına hangi değerler kalıyor”?             

    Oysa gerçekte solcular, Aleviler, Kızılbaşlar, kimsenin dinine, imanına karışmazlar, karışmamışlar da. Dinine bağlı olanlardan, birçok solcu insan olduğu gibi; dinsiz olup ta solcu olmayan birçok insan da vardır. Alevilerin, Kızılbaşların da “kendilerine özgü inançları” vardır.

       Böyle kaba, diyalektik mantıktan uzak, banal ve bilimsel anlayışa ters bir algı ve ters bir mantıkla yaklaşımlar, insanı her zaman yanlışa götürür. Bu görüşler çözümlemeci yöntemden uzak, indirgemeci ve pratik algıcı gelişmemiş beyinlerin ürünü olabilir. Zaten bu güruhtan da bilimsel ve analitik bir mantık beklemek yanlış olur. Çünkü bunlar biat kültürüyle yetişmiş insanlar olduklarından asıl onları yönlendiren çıkarcı ve kışkırtıcı güçleri bilmemiz ve onları sorgulamamız gerekmektedir.            

    Çünkü halk psikolojisi denilen güdü çok önemlidir. Bilinçsiz yığınlar çok hızlı etkilenirler. O yığınlar, yoğun bir duygu ve edinim içine sokulduğunda onları, istenilen şekilde yönlendirmek çok kolaydır.

      İşte, yakın zamanlar da, gerek Maraş’ta, gerek Çorum’da, gerek Sivas’ta ve gerekse 1993 Madımak Yangının da yapılan bu olmuştur.           

    Şu bir gerçek ki dünyada sol anlayış, her zaman sosyal olaylara sınıfsal yaklaşır. Üretim- tüketim çelişkisini çözümler, onlar arasında ki uyuşmazlıkların neden ve niçinlerini sorgular. Halkı uyutun her türlü değerlere ve uygulamalara karşı durur.           

    Solcular, devrimciler ve ilericiler insanlığı tarih süreci içinde her zaman ve dönem inanç ve din adına insanları, halkı kandıranlara karşı olmuşlardır. Yoksa inancını gerçek anlamda yaşayanlara karşı hiçbir incitici duruş sergilememiştir. Tarihte de, günümüzde de dini inancı olan birçok sol, sosyalist, ilerici insan da bulunmaktadır.           

    1970’ler döneminde de solcular, ilericiler ve devrimciler halkımızı din adına kandırıp onları sömürenlere karşı bir duruş gösterince çıkarları bozulan iç ve dış egemenler,  halkın inançlı kesimlerini kışkırtarak solcuların, devrimcilerin ve ilericilerin bu duruşlarını “din karşıtı” olarak sunmuşlar ve böylece halkı bu şekilde yanlış bir şekilde yönlendirmişlerdir. İşte başta Maraş Olayları olmak üzere tüm diğer gerici ayaklanmalar bu zemin üzerinden değerlendirilmelidir. Bu kısa çözümlemeden sonra Maraş Olaylarına bakabiliriz…         

    19-26 Aralık 1978 Kahramanmaraş olayları. Büyük bir tezgâh, karanlık güçlerin entrikaları, yine oyun içinde oyun; yine kışkırtma; yine kışkırtılan ve güdülenen bilinçsiz yığınlar vs…

      Maraş da, bu desise gerçeğe çevrildi ve 1978 yılının 19-24 Aralık günlerini kapsayan ve yaklaşık 8 gün süren olaylar dizisinde faşist katliamcı güçler; “Din elden gidiyor, Komünistler Cami bastı; Müslümanlar nerdesiniz, Kanımız aksa da zafer İslam’ın” vs gibi sloganlarla, Alevilere ve devrimcilere saldırdılar.

      Söz konusu bu tarihlerde, insanlık adına utanç verici bir katliamı gerçekleştirdiler. Hemen insanca olan her şeyden tahrik olan bu faşist katliamcı güçler, gericiler, insan olamamış insanımsılar; acımasızca, büyük bir öfke ve hınçla çevrede bulunan ilericilerin, devrimcilerin ve Alevilerin tüm işyerlerini kundaklandılar,  yaktılar, yıktılar. Daha sonra da, mahallerde ve kentte, çoluk, çocuk demeden insanları vahşice öldürdüler.

      

    KATLİAM SONUCUNDA İNSAN KAYBI

    Yaklaşık 8 gün süren bu katliam, 20 yüzyılın 2. Yarısında Alevilerin uğramış olduğu en büyük katliamlardan birisi olmuştur.

    Bu katliam sonucunda resmi verilere göre 111, gerçek de ise 200’e yakın insan acımasızca öldürülmüştür. Bu rakamın 500 olduğunu söyleyenlerde vardır. Burada artık sayının şu veya bu olması katliamın korkunçluğunu ve boyutunu değiştirmemektedir.

    Bu katliam sürecinde; 552 ev, 289 işyeri, 8 oto tahrip edilmiştir. Bu da bu katliam sonucunda ortaya çıkan ekonomik boyuttur.

    Türkçü-Milliyetçi-ırkçı ve Sünnici bir anlayıştan bir araya gelen kalabalık bir topluluğun, ilerici-devrimci-solcu ve Alevi topluluklarına yaptıkları saldıralar sonucunda yaşanan Maraş Katliamı, tarihin kanlı sayfalarında yerini almıştır. Özünde insani değerler taşıyan her insanın vicdanını sızlatan bu katliama yaklaşık 30-40 bine yakın saldırgan bir güruh katılmıştır. Söz konusu bu katliama uğrayanların sayısıysa yaklaşık 200 bin civarındadır.

    Devletin bürokrasisi (polis, bekçi, memur, muhtar),  kimi din adamları, Belediye başkanı, paramiliter güçler vs katliamcıların yanında yer almışlardır.

    Maraş Katliamı, kesinlikle bir Alevi katliamıdır.

       Maraş’ta sinemaya patlayıcı atılmasıyla ateşlenen ve 2 solcu öğretmenin öldürülmesiyle daha da alevlenen olaylar; öğretmenlerin cenazelerinin kaldırılması sırasında; gerici ve faşist güruhun, ilerici ve devrimci guruba saldırmasıyla katliamın yolu açılmıştır.

      Sinemaya patlayıcıyı atanlar, cami de namaz kılan halkı, yanlış ve yalan bilgilerle galeyana getirip, onları solcuların ve Alevi mahallerinin üzerine gönderenler esas suçlulardır.

      Sonrasında, gözü dönmüş, insanlığını yitirmiş ve vicdanını kapatmış olan güruh, çoluk, çocuk, kadın, erkek demeden “Müslüman Türkiye” diyerek onca suçsuz ve masum insanları öldürdü. Bu güruh, çevrede, Alevilere ve solculara ilişkin ne var ne yoksa hepsini yaktı, yıktı, tarumar etti. Bu olaylarda kafası uçan, eli kolu, bedeni paramparça olan insanlar vardı. Ne acı, bu katliama yürek dayanır mı?           

    Bu kadar insanı, din, mezhep, inanç, etnik adına acımadan öldürmek, insanlığa ne kadar sığar. Allah’ın adaletiyle ne kadar uyuşur. Sloganlarına baktığımız da, bu katiller, bu katliamları Allah adına yaptıklarını söylemişlerdir. Çorum’da da hemen, hemen aynı tarihlerde benzer katliamlar yapılmıştır. Orda da onlarca insan öldürülmüştür.           

    1993 yılının 2 Temmuz’unda Sivas da, 33 aydınımızı 2 otel çalışanını canlı canlı yakanlar, Maraş Katliamını gerçekleştiren katliamcı güruhla aynı mantığa ve aynı görüşlere sahip insanlardı ve hemen hemen aynı gerekçelerle eyleme girişmişlerdi.    

      Sivas’ta da, gerici/etnikçi faşist saldırgan güruh ve özlerinde sevgi taşımayan insanlar acımadan oteli yakarak o kadar insanın korkunç bir şekilde ölmesine neden olmuşlardır. Bunlar, Maraş’ta, katliam yaptıkları sırada, attıkları sloganları, kışkırtıcı söylemleri, Sivas’ta da yaptılar ve benzer senaryoları burada da uygulayarak, onlarca masum insanın diri diri yakılmasını sağladılar. Bunlar insan mı?       

    Oysa insan, bir sevgi varlığıdır?

      Öylem midir? HAYIR!!! Kıyıcı, öldürücü, katliamcı, dışlayıcı, bencilci ve insanlar nasıl “sevgi varlığı” olabilirler!!!

       Bu olaylar bunu doğrulamıyor. Çünkü özünde sevgi taşıyan birisi, kalkıp da “insan yakar mı?” Demek ki, her insan “sevgi varlığı” değildir. O zaman şunu demeliyiz: “İnsanlaşmış insanlar “sevgi” varlığıdır.            

    İnsan, bir akıl varlığıdır? Öyle midir? HAYIR!!!

      Akıllı olduğunu söyleyen insana bakın. Hırs, nefis, öç alma, kendisinden olmayanı yok etme, kendisi gibi düşünmeyeni küçümseme, öldürme, her şeyi kendi kazancı üzerine kurgulamak!!! Bu mudur? Akıllılık. Kendisi gibi inanmayan ve kendisi gibi düşünmeyen insanları yakmak mıdır? Akılılık….

      Demek ki, her insan “akıl varlığı” değildir. Ancak insanlaşmış insanlar,”akıl varlığıdırlar”. Akıl varlığı olan insan, kendi cinsini toptan yok edecek bir davranışa girer mi?            

    Ben, insanları yakanlarla, insanlara kıyım uygulayanlarla aynı sıfatı taşımak istemiyorum. Çünkü onlara “insan” demek, doğru değildir.           

    Bunlara insan demek, insanlığa aykırıdır.            

    Bunlar, insan olamamış insanımsılardır.            

    Bu kıyımın üzerinde 36 yıl geçti.

      Peki, bu olayı çıkaranların gerçek suçluları nerede?..  Gerçek suçlular neden açığa çıkarılmıyor? Bunlar neden gizleniyor?

      Oysa gerçek suçlular, sağcı ve gerici partiler de milletvekili oldular, meclise taşındılar, adeta ödüllendirildiler.

    Daha yakın zamanda, Malatya’da, Adıyaman’da, Alevilerin evlerinin işaretlenmesi, her dönemde bu tür eylemlerin yapılması ve faillerinin bulunmaması da düşündürücüdür. Devleti yönetenlerin, bu konuda “cağız, ceğiz” den başka bir şey yapmamaları da, işin vahametini göstermektedir.

    Gezi de 8 gencin devletin güvenlik güçleri tarafından acımasızca öldürülmesi, devletin Alevilere ve solculara nasıl baktığının da göstergesidir.

      Bu kadar kan, bu kadar kıyım yetmedi mi?

    Şu bir gerçek ki, inanç kişisel yaşanır ve inanç herkesin iç dünyasıyla ilgilidir. Bugüne kadar, kişilerin inancını ölçecek bir araç bulunmamıştır. Yani, hiçbir kimse, kimsenin inancına mizan kuramaz. Bu, kimsenin haddine de değildir. Bu bağlam da, devletin, inançlar bakımından herkese eşit yaklaşması gerekmektedir.

      Oysa bugüne kadar bu, hep sözde kalmakta ve devlete egemen olan anlayış, her inancı kendisine benzetmeye çalışmaktadır.

      Bu durum, çağdaş değerlere ve laikliğe aykırıdır.            

    36 yıl önce meydana gelen ve onlarca insanın vahşice öldürülmelerine neden olan Maraş Kıyımını, insanı baskı altında tutan her yönetimi, kişilerin ve toplulukların kültürel ve inançsal değerlerini, kendi değerlerine benzetmeye çalışan ve bu nedenle kıyımlar yapan ve dünyada insanlığa karşı “Kıyım Uygulayanları” en yoğun duygularımla kınıyorum.           

    Yeryüzünde, barışın, özgürlüğün, kardeşliğin, eşitliğin, adil paylaşımın, dostluğun ve yoksulluğun ortadan kalktığı bir dünya diliyorum.

    Kimsenin inancından, dilinden, kültüründen dışlanmadığı, horlanmadığı bir dünya özlemiyle…           

    TÜM ŞEHİTLERİMİZİ SAYGI VE SEVGİYLE ANIYORUM….. 

    SÜLEYMAN ZAMAN


  • MARAŞ KATLİAMI'NIN 36.YILDÖNÜMÜNÜ DATCA'DA ANIYORUZ.

    19 ARALIK 2014 CUMA, SAAT 19.00 ‘DA DATÇA BÜLENT ECEVİT KÜLTÜR MERKEZİNDE MARAŞ KATLİAMININ 36.YILI NEDENİYLE DÜZENLENEN ANMA PROGRAMI:

  • 1- Maraş kıyımıyla(katliamıyla)ilgili slayt gösterisi,
  • 2-Açış konuşması. Konuşmacılar:
  • Mustafa KATIKÇI(Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Datça Şube Başkanı).
  • Murat YILDIRIM(Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şubesi Cemevi Başkanı).
  • 3- Anma günü ile ilgili iletiler(mesajlar),
  • 4- Ağıtlar(Ali Ekber BAYAR).
  • 5-Panel.(Konu:Maraş Katliamı) Panelistler:
  • Abbas TAN.(Araştırmacı-yazar),
  • Süleyman ZAMAN.(Araştırmacı-yazar).
  • Nadi ÇOBAN.( Panel yöneticisi). DATÇA DEMOKRASİ PLATFORMU
  • MARAŞ KATLİAMININ 36. YILI DATÇA DA ANILDI.

    MARAŞ KATLİAMININ 36. YILI DATÇA DA ANILDI.

    Datça’da Demokrasi Platformu olarak, Datça Belediyesi'nin katkıları ile Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şubesi olarak Pir Sultan Abdal Derneği Datça Şubesi ile birlikte gerçekleştirdiğimiz Maraş Katliamının 36. yılı Anma Etkinliği Etkinliği, 19 Aralık-2014 Cuma günü Saat: 19.00 da Bülent Ecevit Kültür Merkezinde yoğun bir katılımla gerçekleştirildi.

    (Video Görüntü için Tıklayınız.)

    Panel, Nadi ÇOBAN’IN öncülüğünde başladı. Anma saygı duruşuyla sürdü, ardından konuşmalara geçildi.Anmayı düzenleyen kurum başkanlarından ilk konuşmayı Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Datça Şube Başkanı Mustafa KATIKÇI, ardından Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Başkanı Murat YILDIRIM ve anmanın gerçekleşmesine destek sunan Datça Belediye Başkanı Şener TOKCAN günün önemini belirten konuşmalarını yaptılar.

    Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Datça Şube Başkanı Mustafa Katıkçı ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şube Başkanı Murat Yıldırım, Maraş olaylarını ve o gün yaşananları anlatırken halkın duyarlı olması ve örgütlü bir toplum yaratılmasına değindi, bir daha bu tür katliamların yaşanmaması için birlik ve bütünlük içinde bulunulması çağrısında bulundu. Daha sonra Maraş Katliamıyla ilgili panele geçildi.

    Panelistlerden ilk konuşmayı Abbas TAN yaptı. Abbas TAN, yaptığı konuşmada Maraş Kıyımının nasıl oluştuğunu, aşamalarını ve yaşanılan acıları dile getirdi. Bir daha Maraş’ların yaşanmaması için örgütlülüğe vurgu yaptı.

    Ardından panelist Süleyman ZAMAN söz aldı. Zaman, Maraş Kıyımı’nın nedensellikleri üzerinde durarak katliamın arka planlarını ve tarihsel süreçlerini anlatmaya çalıştı.

    Panel daha sonra sorulu-yanıtlı devam etti. Panel sonrası Ali Ekber BAYAR, bağlamanın ağıtlarıyla anmaya katıldı. BAYAR, panelde okuduğu şiirlerle, çaldığı bağlamasıyla ve ağıtlarıyla katılımlara duygulu anlar yaşattı.Panel yaklaşık üç saat sürdü ve 22’de sona erdi.


    YEREL BASIN HABERİ

      
  •  * Datça Havadis Gazetesi Haberi >>

  •  * Yarımadanın Sesi Gazetesi Haberi >>


    RESİM GALERİSİ

        * Foto Galeri ve Slayt >>

    (Resmi Büyük Görmek için Lütfen Resimin Üzerine Tıklayınız.)





    BAŞKAN MURAT YILDIRIM'IN KONUŞMASI

    MARAŞI KANA BULAYANLARI LANETLİYOR

    ÖLDÜRÜLEN CANLARIMIZI SAYGIYLA ANIYORUZ

    Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şube Başkanı Murat Yıldırım, konuşmasına panele katkılarından dolayı Datça Demokrasi Platformu'na ve Datça Belediye Başkanı Şener Tokcan'a teşekkür ederek başladı.

    Kahramanmaraş olayları; 19 Aralık-26 Aralık 1978‘de Kahramanmaraş‘ta meydana gelen, Cumhuriyet tarihinin en önemli katliamlarından biridir. Darbesine gerekçe olarak kullanılan ya da hazırlanan olaylardan biri olarak kabul edilir. HACIBEKTAŞ VELİ ANADOLU KÜLTÜR VAKFI DATÇA ŞUBESİ OLARAK bu ve benzeri katliamlarda öldürülen canlarımızı her zaman anacağız. Bu olayların tekrarlanmaması için halkımız çok duyarlı olmalı. Katilleri naletlemeli ve olayıda tekrar hatırlamalı.

    Bu olayı ve sonucunu kısaca sizlere hatırlatacağız.

    Siyasal nedenlerle körüklenen Alevi-Sünni ayrılığının Kahramanmaraş’ta gerginliği tırmandırdığı bir dönemde, 19 Aralık’ta kentteki sinemalardan birine patlayıcı madde atıldı. (Daha sonra bombayı Ökkeş Kenger isimli ülkücünün kışkırtma amacıyla attığı anlaşıldı.)Bombalama eyleminin karşı görüşlü kişiler tarafında yapıldığını ileri süren kalabalık sağcı bir grup CHP il merkezine, PTT ve TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) binalarına saldırdı. 21 Aralık öğle saatleri Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu adlı iki sol görüşlü öğretmen silahlı saldırı sonucu yaşamlarını yitirdi.

    22 Aralık’ta öğretmenlerin cenazeleri kaldırılırken büyük olaylar oldu. Cenazelerin getirildiği camide bulunan bir grup, ölenlerin cenaze namazının kılınmasına karşı çıkarak engellerken bir yandan da cenaze törenine katılanların camileri ateşe verdiği söylentisi kentin Sünni mahallelerine hızla yayıldı. Bunun üzerine harekete geçen silahlı ve sopalı kalabalık gruplar Kahramanmaraş’ın Alevi mahallelerine saldırdılar. Katliama varan saldırılar sonucunda; Resmi verilere göre 105 kişi öldü, 176 kişi yaralandı, 210 ev, 70 işyeri tahrip edildi. Bir çok kadına tecavüz edildi. Resmi olmayan beyanlara göre ise ölü sayısı 500'e yakındır.

    Sıkıyönetim mahkemelerinde açılan davalar 1991 yılına kadar sürmüş, çoğunlukla sağ ve aşırı sağ görüşlü olarak nitelenen toplam 804 kişi hakkında dava açılmış, sanıklardan; 29 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1 – 24 yıl arasında hapis cezaları ile cezalandırılmıştır. İdam ve müebbet hapis cezaları dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanmış ve cezaları azaltılmıştır. Sıkıyönetim mahkemesinin kararı Yargıtay tarafından bozulmuş, yeniden yapılan yargılama sonucunda idam cezaları uygulanmamıştır. Ceza alanların cezaları da; 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle, ertelenerek serbest bırakıldılar. Bu kişilerden bazıları daha sonra milletvekili olarak TBMM çatısı altında yer aldılar.

    Olaylardan sonra Maraş`ta yaşanan yoğun göç nedeni ile sol görüşlü yurttaşların ve Alevi yurttaşların yüzde 80'inin Maraş’ı terk ettiği tahmin edilmektedir.

    Yönetim Kurulu Adına Murat YILDIRIM


    ARAŞTIRMACI YAZAR SÜLEYMAN ZAMAN'IN KONUŞMASI

           MARAŞ KIYIM   

    Maraş’ta,19 Aralık 1978 tarihinde başlayıp, yaklaşık bir hafta kadar süren; art arda yaşanan,  insanlık adına büyük acılar yaşatan katliamlar sonucunda, çoluk-çocuk, kadın-erkek- gebe-genç vs. demeden 500’e yakın insanımız öldürüldü.

    Bu katliam Alevilere dönük yapılan ne ilk, ne de son katliamdı.

    Nitekim 02 Temmuz 1993 günü yapılan dünyanın en büyük katliamlarından birisi olan Sivas Madımak Yangını, 1995 Gazi olayları vs. gerçekleşmiştir.

    Birçok insanda, Alevilere ve Aleviliğe dönük bilinçaltına yerleşmiş olan, insanlık dışı değerlerin, algıların ve nefret söylemlerinin sürdüğü görülmüştür. Ayrıca, göstermelik ve biçimsel “Alevi Sevgisi” gösterenler olduğu gibi.

    Son dönemlerde, birçok yerlerde “Alevilerin Evleri” işaretlenmiş ve korku salınmaya çalışılmıştır.

    Alevi köylerine cami yapılarak zorla Sünnileştirme işlevleri sürdürülmüştür.

    Alevilerin ibadet yerleri olan Cem Evleri, devleti yönetenler ve diyanet tarafından yok sayılmış ve Aleviler “Cami”ye çağrılmıştır.

    Eğitimde alevi çocuklarına Sünnilik öğretilmekte ve hızlı bir başkalaşma yaşatılmaktadır.

    Dolayısıyla, Selçuklulardan bu yana Alevilere dönük baskılar ve kıyımlar değişik şekillerde sürmüş ve günümüzde de farklı konumlarda sürdürülmektedir.

    Yeniden Maraş Katliamına dönersek; insanlık düşmanı katliamcılar tarafından gerçekleştirilen bu kıyımın olayları, Aziz Tunç’un Maraş Kıyımı isimli kitaptaki bilgilere göre, genel olarak şöyle gelişmiştir:

    1978 yılının Nisan ayının başlarından itibaren, Maraş’ta bazı olağandışı gelişmeler yaşanmaya başlamıştır. ETKO  (Esir Türkleri Kurtarma Ordusu) isimli örgüt, 03 Nisan günü Alevilerin/Solcuların yoğun olarak yaşadıkları Yörükselim Mahallesi’ne baskın yaparak, orada ki bir kahveyi taramışlardır. Bu tarama sonucunda 81 yaşında ki Sabri Özkan Dede öldürülmüştür. Bu saldırılar kentte, ardı ardına provokatif yöntemlerle sürdürülmüştür. Faşist güçler halka korku salmaya çalışmışlar ve bunun sonucunda da halkta tedirginlik oluşmaya başlamıştır.

    MHP, Ülkü Ocakları gibi faşist parti ve kurumlar, kentteki saldırılarını arttırarak, devrimci/solcu ve ilerici halk üzerinde korku var etmeye çalışmışlardır.

    Aynı dönemlerde CHP Pazarcık İşçe Başkanlığı’na bombalı paket gönderilmiş ve ilçe başkanı paketten şüphelendiği için açmamış, fakat paketi açan postacı bombanın patlaması sonucu ölmüştür.

    ETKO, Elbistan’da saldırılarını sürdürmüş ve halka korku salmıştır. Çeşitli provokasyonlar içinde olan faşist güçler, özellikle Sünni-ırkçı ve gerici köylerde, Alevi/Kürt, solcu, devrimci köylere ve halka karşı kışkırtıcılık yapıyorlardı. Özellikle “komünist Alevilerin inançsız olduklarını ve onların camiye gitmedikleri gibi camileri bastıklarını, Kur’an’ı yaktıklarını” söyleyerek, Sünni halkı Alevilere karşı yanla-yanlış bilgilerle dolduruyorlardı.

    Legal ve illegal şekilde hareket eden bu faşist güçler, kendilerine yakın gördükleri toplulukları kışkırtmayı sürdürüyorlardı. Gerici-ırkçı- baskıcı ve merkezci anlayışa sahip olan bu katliamcı güçler; Sünni halkı Alevilere, ilericilere, devrimcilere vs karşı komplocu ve bozucu davranışlarını devam ettirdiler.

    Maraş’ta ki faşist-ırkçı MHP’li ve AP’li işverenler, esnaf vs buradaki baskıcı ve katliamcı güçlere her türlü maddi desteği veriyorlardı.

    Kentte ki katliamcı güçlerin hedefinde daha çok POL-DER, TÖB-DER, CHP, Aleviler ve Kürtler bulunmaktaydı. Çünkü bu güçler, kendileri gibi düşünmeyeni düşman gören ve onlara yaşam hakkı tanımayan bir anlayışa sahiptirler.

    O sıralarda kentte ayrıca CİA ajanları da bulunmaktaydı ve bu ajanlar faşist güçlerle görüşüp onları halka karşı kışkırtan söylemler ve yalan-yanlış bilgiler veriyorlardı. Katliam öncesinde ABD Büyükelçiliği 1. Kâtibi Robert Alexandr Pecle Maraş’a gelmiş ve bir süre sonra da burada provokatif olaylar hızla artmıştır. Sormak gerekir? Bu büyükelçi kâtibinin Maraş’ta işi ne olabilir ki? Bunun yanıtını dönemin İç İşleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş vermiştir. Güneş, Pecle için “O, her gittiği yerde olay çıkarmıştır”… Yeterince açık değil mi? Bu olgu bize, bu katliamın çok önceleri hazırlandığını göstermektedir.

    Peki, kim vardır bu tertibin içinde:

    -ETKO

    -MHP

    -ÜGD

    -MİT

    -CİA

    -JİTEM

    -PARAMİLİTER GÜÇLER (Devlet tarafından destek gören sivil güçler).

     

    Bu güçler süreç içinde birbirilerinin içine girerek, kentte kargaşa, korku, baskı vs yaratmak için her türlü yönteme başvurmuşlar ve kısacası birçok saldırının yapılmasına katkı sunmuşlar veya bizzat saldırıların içinde yer almışlardır.

    Maraş’ta katliam öncesinde bazı mahalleler de, Alevilerin ve devrimcilerin evleri işaretlenmiş ve bazı yerlerdeyse tam tersine Sünnilere ait evlerin duvarlarına MHP, ÜGD, Katil Ecevit, Üç Hilal gibi, dönemin faşistlerinin kullandıkları sloganları yazmışlardır. Böylece kendi sloganlarının yazıldığı evlerin kendi yandaşları oldukları iletisini vermişlerdir. Bir nevi haberleşme aracı…

    Maraş’a dışarıdan “Milli Piyangocular” kimliğiyle kentli olmayan insanlar getirilmiştir. Bunların gerçekte Milli Piyangocu olmadıkları ortaya çıkmıştır. Kimdi bunlar? Bilinmeyen “karanlık insanlar”… Bu oluşumların hepsi katliamın hazırlıklarıydı.

    Esasında katliamın özü; Alevilerin ve Alevilere destek verenler olarak düşündükleri ilericilerin katliamına dönük olduğu ve aslında Alevileri tasfiye etmek olduğu belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır.

    Aralık ayına kadar faşist katliamcı güçler, kentte birçok tertip içinde bulunmuşlar ve katliama gidecek olayları ve olguları yaratmışlardır. Artık son tertiplerini yapıp, katliamı gerçekleştirecek aşamaya gelmişlerdi. Benzin hazırdı… Benzinin yanması için de kibrit çakmak gerekiyordu. Söz konusu kibrit 16 Aralık günü çakıldı.

    16 Aralık 1978 günü ÜGD, “Güneş Ne Zaman Doğacak” isimli, Cüneyt Arkın’ın başrolde olduğu film gösterime girer. Bu gösterim sırasında POL-BİR’li polislerle, ÜGD’ liler birlikte güvenliği sağlamaya çalışmışlardır.

    Bu film, konusu itibariyle ırkçı-kafatasçı bir filimdir. Film de, Sovyetler Birliği eleştirilir, Stalin’in baskısından kaçan Türkler konu edinir.

    Söz konusu film, 19 Aralık 1978 günü Çiçek Sinemasında gösterimde olduğu bir sırada, film oynarken, sinemaya patlayıcı atılır. Bunun sonucunda yaralanmalar gerçekleşir. Patlayıcıyı Alevilerin-Solcuların attıkları yönünde kışkırtmalar yapılır. Bu propagandadan etkilenen ve onca kargaşa içinde sinemadan bir kızgınlıkla ve öfkeyle çıkan halk, sinemanın yan tarafında bulunan (belediye çalışanları tarafından daha önceden hazırlanmış ve özel yapılmış) sopaları ellerine geçirirler. Bunlar büyük bir hınçla ve kızgınlıkla ve nefret uyandıran sloganlarla, sinemaya yakın bir yerde olan ve içinde PTT ve CHP İl yönetiminin bulunduğu binaya girerler ve orada Alevilere ve devrimcilere ait işyerlerine saldırırlar ve bina da bulunan Alevi/Solcu işyerlerini tahrip ederler.

    19 Aralık, daha sonra olacakların habercisiydi ve yangının fitiliydi. Sonradan olacaklar önceden belliydi. Buna karşın yetkililer gerekli önlemi almadılar. Tam tersine devletin yöneticilerinin gözlerinin önünde katliama doğru gidiliyordu.

    19 Aralık olayı, katliamın startının verildiği tarihtir. Aslında katliam yapacak olanlara bahane bulunmuştur. Bahaneyi de kendileri yaratmıştır. Çünkü sinemaya bombayı Aleviler/Solcular atmadılar. Kim attı? Bugün bile bu belli olmamıştır. Bir karanlık olay… Faili meçhul bir kişinin attığı bomba… Katliamı düşünen karanlık güçler kimse?! Sinemaya patlayıcıyı atan da onlardır.

    20 Aralık 1978 günü, yine bir olay yaşanır. O gün, bu kez de, Alevilerin ve ilericilerin gittikleri “Akın Kıraathanesi” bombalanır. Bu olaydan 2 kişi yaralanır. İnsanlar da tedirginlik iyice artmıştır. Halk diken üstünde oturmaktadır.

    21 Aralık 1978 günü, 2 TÖB-DER’li öğretmen (Mustafa YÜZBAŞIOĞLU ve Hacı ÇOLAK) faşistler tarafından taranarak öldürülür. Kentte tam bir kaos ortamı vardır. Duyarlı insanlar yetkili aramakta ve bu olayların son bulmasını arzu etmektedirler.

    22 Aralık 1978 tarihi katliama doğru gidişin daha da netleştiği tarihtir. O günü, Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları Yörükselim Mahallesinin halkı başta olmak üzere, kentteki devrimci/solcu ve ilerici güçler, şehit edilen devrimci öğretmenlerin cenazesini kaldırmak için bir araya gelmeye çalışıyorlardı. Ama başta güvenlik güçleri olmak üzere, faşist güçler de buna engel olmaya çalışıyorlardı. Bir araya gelmeyi başaran ilerici güçler cenazeyi kaldırmaya çalışırken, aynı süreç içinde bir başka mekânda faşist katliamcı güçler de toplanıyorlardı. Toplanan katliamcı/baskıcı güçler, devrimci/ilerici topluluğa doğru kışkırtıcı sloganlar atıyorlardı.

    Bir yandan da bu faşist güruhu yönlendiren kışkırtıcılarsa yalanlarına devam ediyor ve orada ki gerici halkı galeyana getirmeye çalışıyorlardı. Bu kışkırtıcılar kitleye,   “komünistler cami bastı”, “Aleviler cami yaktılar”, vs. gibi yalanları söylüyor ve katliamcı güçlerin eyleme dönüşmesinin psikolojik boyutunu hazırlıyorlardı.

    Devrimci ve ilerici güçler 2 devrimci öğretmenin cenazesini taşıyarak Ulu Cami’ye yaklaşmışlardı. Tam bu sırada cenaze kortejine doğru yürümeye başlayan faşist katliam”cı güçler, “Komünistler Moskova’ya”, Komünistlerin cenazesi kaldırılmaz”,  bunlar Allahsız/inançsız”  vs gibi sloganlar atıyorlardı. Kısa sürede Ulu Cami’nin çevresinde biriken faşist güçler, belirli güçlerin ajitasyonuyla coşmuş ve kendilerinden geçmiş halde, ellerinde ki sopalarla, silahlarla, taşlarla ve olanca nefretleriyle cenaze kortejine saldırmışlardır. 

    Devrimci/ilericiler, büyük bir üzüntü içinde cenazelerinin defin işlemini gerçekleştirmeye çalışırken, beklenmedik bu saldırı karşısında ne yapacaklarını şaşırmış ve silahlı saldırı nedeniyle de topluluk dağılmak zorunda kalmıştır.

    Bu saldırı sonucu, panik içinde sağa-sola kaçan Aleviler ve solcular, büyük bir oyunla karşı karşıya kaldıklarını görmüşler ve saldırı sonucunda yaralanmalar olmuştur. Cenazeler yerde kalmıştır. Bu insanlık dışı davranışı gösteren sözüm ona “inançlı olduklarını söyleyen, Sünni/gerici güruh”, cenazeye saldırıyı inancının hangi değeriyle açıklamaktadır. İnanç da cenazeye saldırı var mıdır? Bu nasıl bir inançtır?

    Bu olaylar yaşanırken, güvenlik güçleri sadece izlemişlerdir. Bu olaylar sırasında nasıl öldürüldükleri bilinmeyen faşistlerden üç kişi öldürülmüştür. Bunların failleri bulunamamıştır. Ama bu cenazeler, faşist güruhu katliama yönlendirmek için itici bir güç oluşturmuş ve bu, katliamcı güçlerin sonra ki saldırılarının gerekçesi olarak kullanılmıştır. 21 Aralığın gecesi, sabaha kadar faşist katliamcı güçler kentte terör estirerek gösteriler yaptılar ve şiddete başvurdular. Çevre ilçelerden ve yakın yerlerden otobüslerle, kamyonlarla, traktörlerle kendi yandaşlarını kente taşıdılar.

    Katliamın ilk günü Ulu Cami çevresinde yaşanmışken, şimdi neredeyse tüm kente yayılacak bir konuma gelmişti. Cami’yi dolduran topluluğa, yalan yanlış bilgiler veren ve oradaki güruhun güdülerini dürtüleyen, duygularını tahrik eden, düşmanca duyunçlara kapılmasını sağlayacak konuşmalar yapan kışkırtıcılar, orada ki güruhun daha çok dini değerleri, ırkçı/etnikçi sloganları kullanmışlar ve oradakilerin zihinlerini pohpohlamışlardır. Gerici ve ırkçı kafaları böylece motive etmişlerdir. Kışkırtıcıların güdülemesiyle coşan katliamcı/ saldırgan güruh, birer canavara dönüştürüldüler. İlk günkü saldırılarda 80-100 civarında işyeri tahrip edilmiş, 39 vatandaş, 4 polis, 3 komando, 3 jandarma olmak üzere 49 kişi yaralanmıştır. Ayrıca 1 trafik otosu, DSİ’ine ait bir minibüs yakılmış ve 5 polis aracının da camları kırılmıştır. Bu olaylar nedeniyle yalnızca 3 kişi tutuklanmıştır. İlk gün yaşanılan olaylar nedeniyle Devrimci Öğretmenlerin cenazeleri orada kalmıştır ve cenaze töreni yapılamamıştır. Güvenlik güçleri saldırgan güruhu dağıtacaklarına, faşist güçlerle birlikte, devrimci güçlerin dağılmasını sağlamışlardır. Bunun üzerine devrimci-solcu ve Alevilerden oluşan ilerici güçler Yörükselim Mahallesinde toplanmışlardır. Burada olayları değerlendirmişler ve yaralarını sarmaya ve kayıplarını bulmaya çalışmışlardır.

    22 Aralık günü de faşist güçler durmamış ve tahrik eden eylemlerini sürdürmüşler ve bunu gece boyunca da tahriklerini devam ettirmişlerdir. Özellikle kim tarafından öldürüldükleri bilinmeyen faili meçhul 3 faşistin cenazesi de bahane edilerek kışkırtıcılar gericileri, etnikçi faşistleri daha da galeyana getirecek sloganlar atıyorlar ve sanki o 3 kişiyi “solcular öldürdüler” gibi yanlış bilgiler sunuyorlardı. Gece boyunca “Üç Müslüman din kardeşimiz komünistlerce öldürüldü” anonsuyla, saldırgan güruhu yönlendiriyorlardı. Bu olayları Yörükselim Mahallesinde ki halk hiç uyumadan izliyor ve gelişmeleri gözlemliyorlardı.

    Tüm bu olaylar, faşist katliamcı güçlerin, önemli bir saldırının hazırlığında ve tezgâhında oldukları görülmesine karşın, devleti yönetenlerin, kentin bürokrasisinin bu olayları görmezlikten gelmesi çok düşündürücüdür!!!

    23 Aralık günü, yaşanacakların habercisiydi adeta. Saldırgan güruh saldırmak için bir komut bekliyordu. Burnundan soluyorlardı adeta kudurmuşlardı. Bu saldırgan topluluk sabahtan itibaren Devler Hastanesinin önünde ve çevresinde toplanmaya başladılar. Süreç içinde bu kalabalık yaklaşık 15 bin kişilik bir sayıya ulaştı. Bunlar akla hayale gelmeyecek davranışlar sergilemeye ve sağa-sola saldırmaya başladılar. Düşmanca bir yaklaşımla, düşüncesini ve eylemini, kendisi gibi inanmayanı ve düşünmeyeni “yok etmek” üzerine kuran ve böyle davranan saldırgan faşist güçler, belirli bir süre sonra yönlerini Yörükselim Mahallesine çevirerek, mahalleye saldırmaya başladılar. Devrimci güçler ve Aleviler de böyle bir saldırının olacağını sezinlemişlerdi ve buna göre kendi savunmalarını hazırlamışlardı. Mahalleliler de korkusuzca mahallelerine karşı girişilen bu saldırıyı dirençle karşıladılar ve kısa sürede faşist katliamcı güçleri püskürttüler.

    Tüm bu olaylardan sonra valilik “sokağa çıkma yasağı” uygulamasını başlattı. Bunu belediyenin anons ederek duyurması gerekiyordu ama belediye görevlisi bu duyuruyu yapmayacağını çünkü belediye başkanından emir alması gerektiğini söyleyerek görevini yapmıyordu. Bunun üzerine Yzb. Bülent ENGİN, belediyeye giderek bu duruma el koyar ve bu duyurunun hemen yapılmasını ister. Görevli, belediye başkanından izin alamadığını ve bu nedenle duyuruyu yapamayacağını söyleyince, Yüzbaşı: “O halde başkanı arayın” der. Görevli, “aradım ama uyuyormuş, ulaşamadım” yanıtını verir. Bu yanıt üzerine kızan yüzbaşı, görevlilere dönerek: “Eğer bu bildiriyi, hemen duyurmazsanız, sizi gözaltına alacağım” deyince, görevliler bildiriyi duyurmak zorunda kalırlar. Ama iş işten geçmiştir. Bildirini, duyurunun hiçbir yararı olmaz. Çünkü artık bu gerici-faşist güruh üstünlüğü ele geçirmişti ve güvenlik güçleri de bu konuda yetersiz kalmıştı.

    Saldırgan güçler var güçleriyle, Alevilere ve solculara saldırıyorlar ve özellikle güçsüz oldukları bölgelere ve mahallelere yönelerek evlerde buldukları Alevilerin ve solcuların evlerini içinde ki insanlarla birlikte yakıyorlar, yakaladıklarına işkence ediyorlar ve kadın, çoluk-çocuk, ihtiyar-gebe, bebe vs demeden herkesi acımazsıca öldürüyorlardı. Yanan evleri söndürmeye gelen itfaiyeye bile engel oluyorlar ve itfaiye görevlilerini dövüyorlar ve engelliyorlardı.

    Yörükselim Mahallesinde ise insanlar var güçleriyle mahallelerini koruyorlar ve buraya faşist güçlerin girmesine engel oluyorlardı. Bu mahalleye giremeyen faşist katliamcı güçler, özellikle, Serintepe, Yusuflular, Dumlupınar, Sakarya, Yeni Mahalle, Duraklı, Namık Kemal vs. gibi mahallerde göreceli olarak daha az sayıda oturan ve önceden bildikleri, ya da işaretledikleri Alevilere ve solculara ait evlere saldırdılar. Bu saldırgan faşist güçler, böylece Maraş kent merkezinin her yanını savaş alanına çevirerek, göz göre göre, açıkça tezgâhladıkları Alevi Kıyımını gerçekleştirdiler. Bu saldırıyı zamanında fark eden ve faşist güçlerin elinden kurtulabilen Aleviler ve solcularsa Yörükselim mahallesine kaçarak ölümden dönmüşlerdir. Kent tam bir ölü sessizliğine bürünmüştü. Tüm bu olaylar devletin etkili-yetkili kişilerinin gözlerinin önünde yaşanıyordu.

    Bu faşist güruh, yakaladıkları Alevilere “Kelime-i Şahadet” getirtiyorlardı ve Müslüman yaptıklarını söylüyorlardı. Şu benci ve tekçi kafaya bakın… hiçbir insani değer var  mı bu kafada?!!!

    Bu saldırganlar “ordu-millet el ele”, “dinsizlere ölüm” vs diyerek, insan öldürmekten zevk alıyorlardı. Bunlara “insan” demek, ne kadar doğrudur?

    Zevkle öldürdükleri şu olaylara bakın:

    a-) Serintepe Mahallesinde, vicdanı insan kokan ve insani değerlerle donamış olan gerçek dindar (dinci değil) İmam ERGÖNÜL isimli bir Sünni, 5 kişilik bir Alevi Ailesini evine alıp söz konusu saldırganlardan korumaya çalışır. Ama saldırgan katliamcılar bu ailenin burada saklandığını öğrenir ve İmam’ın evine sığınmış olan 5 kişilik aileyi dışarı çıkarıp acımasızca öldürürler… Bunun neresinde bir nokta insanlık var?!!

    b-) Dumlupınar mahallesinde Ali Rıza İŞBİLİR isimli bir Sünni öğretmen oturmaktadır. Onun Sünni olması, katliamcı güruhun saldırısından kurtaramamıştır. Çünkü İŞBİLİR solcudur, devrimcidir. Saldırganlar, faşist katliamcı güçler, bu öğretmenin evine saldırırlar ve bir odada saklanmış olan ailenin bütün üyelerini dışarı çıkarırlar. İŞBİLİR, katil sürülerine: “Bana ne yapacaksanız yapın ama çocuklarıma dokunmayın” demesine karşın, bu acımasız, canavar ruhlu yaratıklar ellerinde ki et keserleriyle bütün aileyi öldürürler. Ne acı, ne üzücü, ne vicdanı kedere götürücü bir davranış ve insan olma onurunu yok eden bir eylem… ne derseniz deyin… kaygı verici, üzücü ve duyunçları sızlatan olaylar. Neymiş, “solcuymuş”… solcu olmak suç mu? Şu ilkel, banal, kafasız ve algısız düşünceye bakın…

    c-) Yine 24 Aralık günü, Çınarlı Caminin önünde toplanan bu katil sürüleri “kahrolsun komünistler”, Alevilere Ölüm”, diyerek; Musa Suna’nın ve Süleyman Metin’in evlerine saldırmışlar, evleri yakmışlardır. Ailelerin genç kızlarını esir almışlar ve taciz etmişlerdi. Hani, bu katil sürüleri bir de “Müslüman geçinmişlerdir”… Bunlar da ne ahlak, ne vicdan ne de insani bir değer kırıntısı bulmak olanaksızdır. Bu faşist katliamcılar, “namustan” dem vururlar ama bunlar eylemleriyle en büyük namussuzluğu yapmışlardır.

    d-) Gebe kadınları, çocukları acımadan katletmişlerdir. Hani çocuklar sabiydi, gebe kadınlar can taşıyordu. Bu gibi insanımsılara insan demek “insanlığa” hakarettir.            

    Maraş’ta gericiler ve Faşistler öldürülen öğretmenlerin cenaze namazlarının kılınmasına izin vermediler. Gerekçeleri ise; öğretmenlerin solcu olmalarıydı. Çünkü faşist, gerici ve yobaz güruha göre solcuların/Alevilerin cenazeleri, kesinlikle camiye sokulmalıydı. Bunların mantığına göre solcuların namazı kılınmaz, solcular ve Alevilerle yan yana gelinmez. İşte “tekçi/ etnikçi/merkezci/kendinci/ ve egosantrik anlayış… Bu düşünce de evrensellik var mı? Bu görüş, insani bir değer kırıntısı taşıyor mu? HAYIR…           

    Gerici, yobazlara göre, bir insan “Solcu” mu?, Komünist mi? Laik mi? Çağdaş değerlerden yana mı?  Kızılbaş mı? Kadın ve erkek eşitliğini savunuyor mu?  Herkes eşit yaşasın; insanlar, biat kültüründen kurutulup, özgür bir birey olsun diyor mu? O zaman bunlar toptan suçlu!!! Esasında suçlu, bu tür düşüncenin kaotik ve sakat bakışındadır.    

             Faşist, katliamcı güçlere göre, solcular dinsiz ve allahsızdır. İşte düz mantığın, çizgisel düşüncenin ve karmaşık algının geleceği sonuç budur. Bu tür bir görüşün, akıl ölçüsünde bir değeri yoktur. 

               Şimdi sormak ve haykırmak gerekir: Ey faşist güruh, “eğer yukarıdaki değerleri savunmak suç ise, bir düşün bakalım; “geriye, insanlık adına hangi değerler kalıyor”?             

    Oysa gerçekte solcular, Aleviler, Kızılbaşlar, kimsenin dinine, imanına karışmazlar, karışmamışlar da. Dinine bağlı olanlardan, birçok solcu insan olduğu gibi; dinsiz olup ta solcu olmayan birçok insan da vardır. Alevilerin, Kızılbaşların da “kendilerine özgü inançları” vardır.

       Böyle kaba, diyalektik mantıktan uzak, banal ve bilimsel anlayışa ters bir algı ve ters bir mantıkla yaklaşımlar, insanı her zaman yanlışa götürür. Bu görüşler çözümlemeci yöntemden uzak, indirgemeci ve pratik algıcı gelişmemiş beyinlerin ürünü olabilir. Zaten bu güruhtan da bilimsel ve analitik bir mantık beklemek yanlış olur. Çünkü bunlar biat kültürüyle yetişmiş insanlar olduklarından asıl onları yönlendiren çıkarcı ve kışkırtıcı güçleri bilmemiz ve onları sorgulamamız gerekmektedir.            

    Çünkü halk psikolojisi denilen güdü çok önemlidir. Bilinçsiz yığınlar çok hızlı etkilenirler. O yığınlar, yoğun bir duygu ve edinim içine sokulduğunda onları, istenilen şekilde yönlendirmek çok kolaydır.

      İşte, yakın zamanlar da, gerek Maraş’ta, gerek Çorum’da, gerek Sivas’ta ve gerekse 1993 Madımak Yangının da yapılan bu olmuştur.           

    Şu bir gerçek ki dünyada sol anlayış, her zaman sosyal olaylara sınıfsal yaklaşır. Üretim- tüketim çelişkisini çözümler, onlar arasında ki uyuşmazlıkların neden ve niçinlerini sorgular. Halkı uyutun her türlü değerlere ve uygulamalara karşı durur.           

    Solcular, devrimciler ve ilericiler insanlığı tarih süreci içinde her zaman ve dönem inanç ve din adına insanları, halkı kandıranlara karşı olmuşlardır. Yoksa inancını gerçek anlamda yaşayanlara karşı hiçbir incitici duruş sergilememiştir. Tarihte de, günümüzde de dini inancı olan birçok sol, sosyalist, ilerici insan da bulunmaktadır.           

    1970’ler döneminde de solcular, ilericiler ve devrimciler halkımızı din adına kandırıp onları sömürenlere karşı bir duruş gösterince çıkarları bozulan iç ve dış egemenler,  halkın inançlı kesimlerini kışkırtarak solcuların, devrimcilerin ve ilericilerin bu duruşlarını “din karşıtı” olarak sunmuşlar ve böylece halkı bu şekilde yanlış bir şekilde yönlendirmişlerdir. İşte başta Maraş Olayları olmak üzere tüm diğer gerici ayaklanmalar bu zemin üzerinden değerlendirilmelidir. Bu kısa çözümlemeden sonra Maraş Olaylarına bakabiliriz…         

    19-26 Aralık 1978 Kahramanmaraş olayları. Büyük bir tezgâh, karanlık güçlerin entrikaları, yine oyun içinde oyun; yine kışkırtma; yine kışkırtılan ve güdülenen bilinçsiz yığınlar vs…

      Maraş da, bu desise gerçeğe çevrildi ve 1978 yılının 19-24 Aralık günlerini kapsayan ve yaklaşık 8 gün süren olaylar dizisinde faşist katliamcı güçler; “Din elden gidiyor, Komünistler Cami bastı; Müslümanlar nerdesiniz, Kanımız aksa da zafer İslam’ın” vs gibi sloganlarla, Alevilere ve devrimcilere saldırdılar.

      Söz konusu bu tarihlerde, insanlık adına utanç verici bir katliamı gerçekleştirdiler. Hemen insanca olan her şeyden tahrik olan bu faşist katliamcı güçler, gericiler, insan olamamış insanımsılar; acımasızca, büyük bir öfke ve hınçla çevrede bulunan ilericilerin, devrimcilerin ve Alevilerin tüm işyerlerini kundaklandılar,  yaktılar, yıktılar. Daha sonra da, mahallerde ve kentte, çoluk, çocuk demeden insanları vahşice öldürdüler.

      

    KATLİAM SONUCUNDA İNSAN KAYBI

    Yaklaşık 8 gün süren bu katliam, 20 yüzyılın 2. Yarısında Alevilerin uğramış olduğu en büyük katliamlardan birisi olmuştur.

    Bu katliam sonucunda resmi verilere göre 111, gerçek de ise 200’e yakın insan acımasızca öldürülmüştür. Bu rakamın 500 olduğunu söyleyenlerde vardır. Burada artık sayının şu veya bu olması katliamın korkunçluğunu ve boyutunu değiştirmemektedir.

    Bu katliam sürecinde; 552 ev, 289 işyeri, 8 oto tahrip edilmiştir. Bu da bu katliam sonucunda ortaya çıkan ekonomik boyuttur.

    Türkçü-Milliyetçi-ırkçı ve Sünnici bir anlayıştan bir araya gelen kalabalık bir topluluğun, ilerici-devrimci-solcu ve Alevi topluluklarına yaptıkları saldıralar sonucunda yaşanan Maraş Katliamı, tarihin kanlı sayfalarında yerini almıştır. Özünde insani değerler taşıyan her insanın vicdanını sızlatan bu katliama yaklaşık 30-40 bine yakın saldırgan bir güruh katılmıştır. Söz konusu bu katliama uğrayanların sayısıysa yaklaşık 200 bin civarındadır.

    Devletin bürokrasisi (polis, bekçi, memur, muhtar),  kimi din adamları, Belediye başkanı, paramiliter güçler vs katliamcıların yanında yer almışlardır.

    Maraş Katliamı, kesinlikle bir Alevi katliamıdır.

       Maraş’ta sinemaya patlayıcı atılmasıyla ateşlenen ve 2 solcu öğretmenin öldürülmesiyle daha da alevlenen olaylar; öğretmenlerin cenazelerinin kaldırılması sırasında; gerici ve faşist güruhun, ilerici ve devrimci guruba saldırmasıyla katliamın yolu açılmıştır.

      Sinemaya patlayıcıyı atanlar, cami de namaz kılan halkı, yanlış ve yalan bilgilerle galeyana getirip, onları solcuların ve Alevi mahallerinin üzerine gönderenler esas suçlulardır.

      Sonrasında, gözü dönmüş, insanlığını yitirmiş ve vicdanını kapatmış olan güruh, çoluk, çocuk, kadın, erkek demeden “Müslüman Türkiye” diyerek onca suçsuz ve masum insanları öldürdü. Bu güruh, çevrede, Alevilere ve solculara ilişkin ne var ne yoksa hepsini yaktı, yıktı, tarumar etti. Bu olaylarda kafası uçan, eli kolu, bedeni paramparça olan insanlar vardı. Ne acı, bu katliama yürek dayanır mı?           

    Bu kadar insanı, din, mezhep, inanç, etnik adına acımadan öldürmek, insanlığa ne kadar sığar. Allah’ın adaletiyle ne kadar uyuşur. Sloganlarına baktığımız da, bu katiller, bu katliamları Allah adına yaptıklarını söylemişlerdir. Çorum’da da hemen, hemen aynı tarihlerde benzer katliamlar yapılmıştır. Orda da onlarca insan öldürülmüştür.           

    1993 yılının 2 Temmuz’unda Sivas da, 33 aydınımızı 2 otel çalışanını canlı canlı yakanlar, Maraş Katliamını gerçekleştiren katliamcı güruhla aynı mantığa ve aynı görüşlere sahip insanlardı ve hemen hemen aynı gerekçelerle eyleme girişmişlerdi.    

      Sivas’ta da, gerici/etnikçi faşist saldırgan güruh ve özlerinde sevgi taşımayan insanlar acımadan oteli yakarak o kadar insanın korkunç bir şekilde ölmesine neden olmuşlardır. Bunlar, Maraş’ta, katliam yaptıkları sırada, attıkları sloganları, kışkırtıcı söylemleri, Sivas’ta da yaptılar ve benzer senaryoları burada da uygulayarak, onlarca masum insanın diri diri yakılmasını sağladılar. Bunlar insan mı?       

    Oysa insan, bir sevgi varlığıdır?

      Öylem midir? HAYIR!!! Kıyıcı, öldürücü, katliamcı, dışlayıcı, bencilci ve insanlar nasıl “sevgi varlığı” olabilirler!!!

       Bu olaylar bunu doğrulamıyor. Çünkü özünde sevgi taşıyan birisi, kalkıp da “insan yakar mı?” Demek ki, her insan “sevgi varlığı” değildir. O zaman şunu demeliyiz: “İnsanlaşmış insanlar “sevgi” varlığıdır.            

    İnsan, bir akıl varlığıdır? Öyle midir? HAYIR!!!

      Akıllı olduğunu söyleyen insana bakın. Hırs, nefis, öç alma, kendisinden olmayanı yok etme, kendisi gibi düşünmeyeni küçümseme, öldürme, her şeyi kendi kazancı üzerine kurgulamak!!! Bu mudur? Akıllılık. Kendisi gibi inanmayan ve kendisi gibi düşünmeyen insanları yakmak mıdır? Akılılık….

      Demek ki, her insan “akıl varlığı” değildir. Ancak insanlaşmış insanlar,”akıl varlığıdırlar”. Akıl varlığı olan insan, kendi cinsini toptan yok edecek bir davranışa girer mi?            

    Ben, insanları yakanlarla, insanlara kıyım uygulayanlarla aynı sıfatı taşımak istemiyorum. Çünkü onlara “insan” demek, doğru değildir.           

    Bunlara insan demek, insanlığa aykırıdır.            

    Bunlar, insan olamamış insanımsılardır.            

    Bu kıyımın üzerinde 36 yıl geçti.

      Peki, bu olayı çıkaranların gerçek suçluları nerede?..  Gerçek suçlular neden açığa çıkarılmıyor? Bunlar neden gizleniyor?

      Oysa gerçek suçlular, sağcı ve gerici partiler de milletvekili oldular, meclise taşındılar, adeta ödüllendirildiler.

    Daha yakın zamanda, Malatya’da, Adıyaman’da, Alevilerin evlerinin işaretlenmesi, her dönemde bu tür eylemlerin yapılması ve faillerinin bulunmaması da düşündürücüdür. Devleti yönetenlerin, bu konuda “cağız, ceğiz” den başka bir şey yapmamaları da, işin vahametini göstermektedir.

    Gezi de 8 gencin devletin güvenlik güçleri tarafından acımasızca öldürülmesi, devletin Alevilere ve solculara nasıl baktığının da göstergesidir.

      Bu kadar kan, bu kadar kıyım yetmedi mi?

    Şu bir gerçek ki, inanç kişisel yaşanır ve inanç herkesin iç dünyasıyla ilgilidir. Bugüne kadar, kişilerin inancını ölçecek bir araç bulunmamıştır. Yani, hiçbir kimse, kimsenin inancına mizan kuramaz. Bu, kimsenin haddine de değildir. Bu bağlam da, devletin, inançlar bakımından herkese eşit yaklaşması gerekmektedir.

      Oysa bugüne kadar bu, hep sözde kalmakta ve devlete egemen olan anlayış, her inancı kendisine benzetmeye çalışmaktadır.

      Bu durum, çağdaş değerlere ve laikliğe aykırıdır.            

    36 yıl önce meydana gelen ve onlarca insanın vahşice öldürülmelerine neden olan Maraş Kıyımını, insanı baskı altında tutan her yönetimi, kişilerin ve toplulukların kültürel ve inançsal değerlerini, kendi değerlerine benzetmeye çalışan ve bu nedenle kıyımlar yapan ve dünyada insanlığa karşı “Kıyım Uygulayanları” en yoğun duygularımla kınıyorum.           

    Yeryüzünde, barışın, özgürlüğün, kardeşliğin, eşitliğin, adil paylaşımın, dostluğun ve yoksulluğun ortadan kalktığı bir dünya diliyorum.

    Kimsenin inancından, dilinden, kültüründen dışlanmadığı, horlanmadığı bir dünya özlemiyle…           

    TÜM ŞEHİTLERİMİZİ SAYGI VE SEVGİYLE ANIYORUM….. 

    SÜLEYMAN ZAMAN


  • MARAŞ KATLİAMI'NIN 36.YILDÖNÜMÜNÜ DATCA'DA ANIYORUZ.

    19 ARALIK 2014 CUMA, SAAT 19.00 ‘DA DATÇA BÜLENT ECEVİT KÜLTÜR MERKEZİNDE MARAŞ KATLİAMININ 36.YILI NEDENİYLE DÜZENLENEN ANMA PROGRAMI:

  • 1- Maraş kıyımıyla(katliamıyla)ilgili slayt gösterisi,
  • 2-Açış konuşması. Konuşmacılar:
  • Mustafa KATIKÇI(Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Datça Şube Başkanı).
  • Murat YILDIRIM(Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şubesi Cemevi Başkanı).
  • 3- Anma günü ile ilgili iletiler(mesajlar),
  • 4- Ağıtlar(Ali Ekber BAYAR).
  • 5-Panel.(Konu:Maraş Katliamı) Panelistler:
  • Abbas TAN.(Araştırmacı-yazar),
  • Süleyman ZAMAN.(Araştırmacı-yazar).
  • Nadi ÇOBAN.( Panel yöneticisi). DATÇA DEMOKRASİ PLATFORMU
  • HBVAKV Zeytinli Şubesi Cem Evi'ni ziyaret

      Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şubesi Cem Evi yönetimi 12.12.2023 Salı günü Balıkesir Edremit Zeytinli Cem Evi'ni  Başkan...