MARAŞ KATLİAMININ 36. YILI DATÇA DA ANILDI.
Panelistlerden ilk konuşmayı Abbas TAN yaptı. Abbas TAN, yaptığı konuşmada Maraş Kıyımının nasıl oluştuğunu, aşamalarını ve yaşanılan acıları dile getirdi. Bir daha Maraş’ların yaşanmaması için örgütlülüğe vurgu yaptı.
Ardından panelist Süleyman ZAMAN söz aldı. Zaman, Maraş Kıyımı’nın nedensellikleri üzerinde durarak katliamın arka planlarını ve tarihsel süreçlerini anlatmaya çalıştı.
ÖLDÜRÜLEN CANLARIMIZI SAYGIYLA ANIYORUZ
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şube Başkanı Murat Yıldırım, konuşmasına panele katkılarından dolayı Datça Demokrasi Platformu'na ve Datça Belediye Başkanı Şener Tokcan'a teşekkür ederek başladı.
Kahramanmaraş olayları; 19 Aralık-26 Aralık 1978‘de Kahramanmaraş‘ta meydana gelen, Cumhuriyet tarihinin en önemli katliamlarından biridir. Darbesine gerekçe olarak kullanılan ya da hazırlanan olaylardan biri olarak kabul edilir. HACIBEKTAŞ VELİ ANADOLU KÜLTÜR VAKFI DATÇA ŞUBESİ OLARAK bu ve benzeri katliamlarda öldürülen canlarımızı her zaman anacağız. Bu olayların tekrarlanmaması için halkımız çok duyarlı olmalı. Katilleri naletlemeli ve olayıda tekrar hatırlamalı.
Bu olayı ve sonucunu kısaca sizlere hatırlatacağız.
Siyasal nedenlerle körüklenen Alevi-Sünni ayrılığının Kahramanmaraş’ta gerginliği tırmandırdığı bir dönemde, 19 Aralık’ta kentteki sinemalardan birine patlayıcı madde atıldı. (Daha sonra bombayı Ökkeş Kenger isimli ülkücünün kışkırtma amacıyla attığı anlaşıldı.)Bombalama eyleminin karşı görüşlü kişiler tarafında yapıldığını ileri süren kalabalık sağcı bir grup CHP il merkezine, PTT ve TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) binalarına saldırdı. 21 Aralık öğle saatleri Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu adlı iki sol görüşlü öğretmen silahlı saldırı sonucu yaşamlarını yitirdi.
22 Aralık’ta öğretmenlerin cenazeleri kaldırılırken büyük olaylar oldu. Cenazelerin getirildiği camide bulunan bir grup, ölenlerin cenaze namazının kılınmasına karşı çıkarak engellerken bir yandan da cenaze törenine katılanların camileri ateşe verdiği söylentisi kentin Sünni mahallelerine hızla yayıldı. Bunun üzerine harekete geçen silahlı ve sopalı kalabalık gruplar Kahramanmaraş’ın Alevi mahallelerine saldırdılar. Katliama varan saldırılar sonucunda; Resmi verilere göre 105 kişi öldü, 176 kişi yaralandı, 210 ev, 70 işyeri tahrip edildi. Bir çok kadına tecavüz edildi. Resmi olmayan beyanlara göre ise ölü sayısı 500'e yakındır.
Sıkıyönetim mahkemelerinde açılan davalar 1991 yılına kadar sürmüş, çoğunlukla sağ ve aşırı sağ görüşlü olarak nitelenen toplam 804 kişi hakkında dava açılmış, sanıklardan; 29 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1 – 24 yıl arasında hapis cezaları ile cezalandırılmıştır. İdam ve müebbet hapis cezaları dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanmış ve cezaları azaltılmıştır. Sıkıyönetim mahkemesinin kararı Yargıtay tarafından bozulmuş, yeniden yapılan yargılama sonucunda idam cezaları uygulanmamıştır. Ceza alanların cezaları da; 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle, ertelenerek serbest bırakıldılar. Bu kişilerden bazıları daha sonra milletvekili olarak TBMM çatısı altında yer aldılar.
Olaylardan sonra Maraş`ta yaşanan yoğun göç nedeni ile sol görüşlü yurttaşların ve Alevi yurttaşların yüzde 80'inin Maraş’ı terk ettiği tahmin edilmektedir.
Yönetim Kurulu Adına
Murat YILDIRIM
Maraş’ta,19 Aralık
1978 tarihinde başlayıp, yaklaşık bir hafta kadar süren; art arda
yaşanan, insanlık adına büyük acılar yaşatan katliamlar sonucunda,
çoluk-çocuk, kadın-erkek- gebe-genç vs. demeden 500’e yakın insanımız
öldürüldü. Bu katliam Alevilere
dönük yapılan ne ilk, ne de son katliamdı. Nitekim 02 Temmuz 1993
günü yapılan dünyanın en büyük katliamlarından birisi olan Sivas
Madımak Yangını, 1995 Gazi olayları vs. gerçekleşmiştir. Birçok insanda, Alevilere
ve Aleviliğe dönük bilinçaltına yerleşmiş olan, insanlık dışı
değerlerin, algıların ve nefret söylemlerinin sürdüğü görülmüştür.
Ayrıca, göstermelik ve biçimsel “Alevi Sevgisi” gösterenler
olduğu gibi. Son dönemlerde, birçok
yerlerde “Alevilerin Evleri” işaretlenmiş ve korku salınmaya
çalışılmıştır. Alevi köylerine cami
yapılarak zorla Sünnileştirme işlevleri sürdürülmüştür. Alevilerin ibadet yerleri
olan Cem Evleri, devleti yönetenler ve diyanet tarafından yok sayılmış
ve Aleviler “Cami”ye çağrılmıştır. Eğitimde alevi çocuklarına
Sünnilik öğretilmekte ve hızlı bir başkalaşma yaşatılmaktadır. Dolayısıyla, Selçuklulardan
bu yana Alevilere dönük baskılar ve kıyımlar değişik şekillerde
sürmüş ve günümüzde de farklı konumlarda sürdürülmektedir. Yeniden
Maraş Katliamına dönersek; insanlık düşmanı katliamcılar tarafından
gerçekleştirilen bu kıyımın olayları, Aziz Tunç’un Maraş Kıyımı isimli kitaptaki
bilgilere göre, genel olarak şöyle gelişmiştir: 1978
yılının Nisan ayının başlarından itibaren, Maraş’ta bazı
olağandışı gelişmeler yaşanmaya başlamıştır. ETKO (Esir Türkleri Kurtarma Ordusu) isimli örgüt,
03 Nisan günü Alevilerin/Solcuların yoğun olarak yaşadıkları
Yörükselim Mahallesi’ne baskın yaparak, orada ki bir kahveyi taramışlardır.
Bu tarama sonucunda 81 yaşında ki Sabri Özkan Dede öldürülmüştür.
Bu saldırılar kentte, ardı ardına provokatif yöntemlerle sürdürülmüştür. Faşist güçler halka korku salmaya çalışmışlar ve bunun
sonucunda da halkta tedirginlik oluşmaya başlamıştır. MHP, Ülkü Ocakları
gibi faşist parti ve kurumlar, kentteki saldırılarını arttırarak,
devrimci/solcu ve ilerici halk üzerinde korku var etmeye çalışmışlardır. Aynı dönemlerde CHP
Pazarcık İşçe Başkanlığı’na bombalı paket gönderilmiş ve
ilçe başkanı paketten şüphelendiği için açmamış, fakat paketi
açan postacı bombanın patlaması sonucu ölmüştür. ETKO, Elbistan’da
saldırılarını sürdürmüş ve halka korku salmıştır. Çeşitli
provokasyonlar içinde olan faşist güçler, özellikle Sünni-ırkçı
ve gerici köylerde, Alevi/Kürt, solcu, devrimci köylere ve halka
karşı kışkırtıcılık yapıyorlardı. Özellikle “komünist
Alevilerin inançsız olduklarını ve onların camiye gitmedikleri
gibi camileri bastıklarını, Kur’an’ı yaktıklarını” söyleyerek,
Sünni halkı Alevilere karşı yanla-yanlış bilgilerle dolduruyorlardı. Legal ve illegal şekilde hareket eden bu faşist güçler, kendilerine
yakın gördükleri toplulukları kışkırtmayı sürdürüyorlardı.
Gerici-ırkçı- baskıcı ve merkezci anlayışa sahip olan bu katliamcı
güçler; Sünni halkı Alevilere, ilericilere, devrimcilere vs karşı
komplocu ve bozucu davranışlarını devam ettirdiler. Maraş’ta ki faşist-ırkçı MHP’li ve AP’li işverenler, esnaf
vs buradaki baskıcı ve katliamcı güçlere her türlü maddi desteği
veriyorlardı. Kentte ki katliamcı güçlerin hedefinde daha çok POL-DER, TÖB-DER,
CHP, Aleviler ve Kürtler bulunmaktaydı. Çünkü bu güçler, kendileri
gibi düşünmeyeni düşman gören ve onlara yaşam hakkı tanımayan
bir anlayışa sahiptirler. O sıralarda kentte ayrıca CİA ajanları da bulunmaktaydı ve bu
ajanlar faşist güçlerle görüşüp onları halka karşı kışkırtan
söylemler ve yalan-yanlış bilgiler veriyorlardı. Katliam öncesinde
ABD Büyükelçiliği 1. Kâtibi Robert Alexandr Pecle Maraş’a gelmiş
ve bir süre sonra da burada provokatif olaylar hızla artmıştır.
Sormak gerekir? Bu büyükelçi kâtibinin Maraş’ta işi ne olabilir
ki? Bunun yanıtını dönemin İç İşleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş
vermiştir. Güneş, Pecle için “O, her gittiği yerde olay çıkarmıştır”…
Yeterince açık değil mi? Bu olgu bize, bu katliamın çok önceleri
hazırlandığını göstermektedir.
Peki, kim vardır bu tertibin içinde: -ETKO -MHP -ÜGD -MİT -CİA -JİTEM -PARAMİLİTER GÜÇLER (Devlet tarafından destek gören sivil güçler). Bu güçler süreç içinde birbirilerinin içine girerek, kentte
kargaşa, korku, baskı vs yaratmak için her türlü yönteme başvurmuşlar
ve kısacası birçok saldırının yapılmasına katkı sunmuşlar
veya bizzat saldırıların içinde yer almışlardır. Maraş’ta katliam öncesinde bazı mahalleler de, Alevilerin ve
devrimcilerin evleri işaretlenmiş ve bazı yerlerdeyse tam tersine
Sünnilere ait evlerin duvarlarına MHP, ÜGD, Katil Ecevit, Üç Hilal
gibi, dönemin faşistlerinin kullandıkları sloganları yazmışlardır.
Böylece kendi sloganlarının yazıldığı evlerin kendi yandaşları
oldukları iletisini vermişlerdir. Bir nevi haberleşme aracı… Maraş’a dışarıdan “Milli Piyangocular” kimliğiyle kentli
olmayan insanlar getirilmiştir. Bunların gerçekte Milli Piyangocu
olmadıkları ortaya çıkmıştır. Kimdi bunlar? Bilinmeyen “karanlık
insanlar”… Bu oluşumların hepsi katliamın hazırlıklarıydı. Esasında katliamın özü; Alevilerin ve Alevilere destek verenler
olarak düşündükleri ilericilerin katliamına dönük olduğu ve
aslında Alevileri tasfiye etmek olduğu belirgin bir şekilde ortaya
çıkmıştır. Aralık ayına kadar faşist katliamcı güçler, kentte birçok tertip
içinde bulunmuşlar ve katliama gidecek olayları ve olguları yaratmışlardır.
Artık son tertiplerini yapıp, katliamı gerçekleştirecek aşamaya
gelmişlerdi. Benzin hazırdı… Benzinin yanması için de kibrit
çakmak gerekiyordu. Söz konusu kibrit 16 Aralık günü çakıldı. 16 Aralık 1978 günü ÜGD, “Güneş Ne Zaman Doğacak”
isimli, Cüneyt Arkın’ın başrolde olduğu film gösterime girer.
Bu gösterim sırasında POL-BİR’li polislerle, ÜGD’ liler birlikte
güvenliği sağlamaya çalışmışlardır. Bu film, konusu itibariyle ırkçı-kafatasçı bir filimdir. Film
de, Sovyetler Birliği eleştirilir, Stalin’in baskısından kaçan
Türkler konu edinir. Söz konusu film, 19 Aralık 1978 günü Çiçek Sinemasında
gösterimde olduğu bir sırada, film oynarken, sinemaya patlayıcı
atılır. Bunun sonucunda yaralanmalar gerçekleşir. Patlayıcıyı
Alevilerin-Solcuların attıkları yönünde kışkırtmalar yapılır.
Bu propagandadan etkilenen ve onca kargaşa içinde sinemadan bir kızgınlıkla
ve öfkeyle çıkan halk, sinemanın yan tarafında bulunan (belediye
çalışanları tarafından daha önceden hazırlanmış ve özel yapılmış)
sopaları ellerine geçirirler. Bunlar büyük bir hınçla ve kızgınlıkla
ve nefret uyandıran sloganlarla, sinemaya yakın bir yerde olan ve
içinde PTT ve CHP İl yönetiminin bulunduğu binaya girerler ve orada
Alevilere ve devrimcilere ait işyerlerine saldırırlar ve bina da
bulunan Alevi/Solcu işyerlerini tahrip ederler. 19 Aralık, daha sonra olacakların habercisiydi ve yangının fitiliydi.
Sonradan olacaklar önceden belliydi. Buna karşın yetkililer gerekli
önlemi almadılar. Tam tersine devletin yöneticilerinin gözlerinin
önünde katliama doğru gidiliyordu. 19 Aralık olayı, katliamın startının verildiği tarihtir. Aslında
katliam yapacak olanlara bahane bulunmuştur. Bahaneyi de kendileri
yaratmıştır. Çünkü sinemaya bombayı Aleviler/Solcular atmadılar.
Kim attı? Bugün bile bu belli olmamıştır. Bir karanlık olay…
Faili meçhul bir kişinin attığı bomba… Katliamı düşünen karanlık
güçler kimse?! Sinemaya patlayıcıyı atan da onlardır. 20 Aralık 1978 günü, yine bir olay yaşanır. O gün, bu kez de,
Alevilerin ve ilericilerin gittikleri “Akın Kıraathanesi” bombalanır. Bu olaydan 2 kişi yaralanır. İnsanlar da tedirginlik
iyice artmıştır. Halk diken üstünde oturmaktadır. 21 Aralık 1978 günü, 2 TÖB-DER’li öğretmen (Mustafa YÜZBAŞIOĞLU
ve Hacı ÇOLAK) faşistler tarafından taranarak öldürülür. Kentte
tam bir kaos ortamı vardır. Duyarlı insanlar yetkili aramakta ve
bu olayların son bulmasını arzu etmektedirler. 22 Aralık 1978 tarihi katliama doğru gidişin daha da netleştiği
tarihtir. O günü, Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları Yörükselim
Mahallesinin halkı başta olmak üzere, kentteki devrimci/solcu ve
ilerici güçler, şehit edilen devrimci öğretmenlerin cenazesini
kaldırmak için bir araya gelmeye çalışıyorlardı. Ama başta güvenlik
güçleri olmak üzere, faşist güçler de buna engel olmaya çalışıyorlardı.
Bir araya gelmeyi başaran ilerici güçler cenazeyi kaldırmaya çalışırken,
aynı süreç içinde bir başka mekânda faşist katliamcı güçler
de toplanıyorlardı. Toplanan katliamcı/baskıcı güçler, devrimci/ilerici
topluluğa doğru kışkırtıcı sloganlar atıyorlardı. Bir yandan da bu faşist güruhu yönlendiren kışkırtıcılarsa
yalanlarına devam ediyor ve orada ki gerici halkı galeyana getirmeye
çalışıyorlardı. Bu kışkırtıcılar kitleye, “komünistler cami bastı”, “Aleviler cami yaktılar”,
vs. gibi yalanları söylüyor ve katliamcı güçlerin eyleme dönüşmesinin
psikolojik boyutunu hazırlıyorlardı. Devrimci ve ilerici güçler 2 devrimci öğretmenin cenazesini taşıyarak
Ulu Cami’ye yaklaşmışlardı. Tam bu sırada cenaze kortejine doğru
yürümeye başlayan faşist katliam”cı güçler, “Komünistler Moskova’ya”, Komünistlerin cenazesi
kaldırılmaz”, bunlar Allahsız/inançsız” vs gibi sloganlar atıyorlardı. Kısa sürede Ulu Cami’nin
çevresinde biriken faşist güçler, belirli güçlerin ajitasyonuyla
coşmuş ve kendilerinden geçmiş halde, ellerinde ki sopalarla, silahlarla,
taşlarla ve olanca nefretleriyle cenaze kortejine saldırmışlardır. Devrimci/ilericiler, büyük bir üzüntü içinde cenazelerinin defin
işlemini gerçekleştirmeye çalışırken, beklenmedik bu saldırı
karşısında ne yapacaklarını şaşırmış ve silahlı saldırı
nedeniyle de topluluk dağılmak zorunda kalmıştır. Bu saldırı sonucu, panik içinde sağa-sola kaçan Aleviler ve solcular,
büyük bir oyunla karşı karşıya kaldıklarını görmüşler ve
saldırı sonucunda yaralanmalar olmuştur. Cenazeler yerde kalmıştır.
Bu insanlık dışı davranışı gösteren sözüm ona “inançlı
olduklarını söyleyen, Sünni/gerici güruh”, cenazeye saldırıyı
inancının hangi değeriyle açıklamaktadır. İnanç da cenazeye
saldırı var mıdır? Bu nasıl bir inançtır? Bu olaylar yaşanırken, güvenlik güçleri sadece izlemişlerdir.
Bu olaylar sırasında nasıl öldürüldükleri bilinmeyen faşistlerden
üç kişi öldürülmüştür. Bunların failleri bulunamamıştır.
Ama bu cenazeler, faşist güruhu katliama yönlendirmek için itici
bir güç oluşturmuş ve bu, katliamcı güçlerin sonra ki saldırılarının
gerekçesi olarak kullanılmıştır. 21 Aralığın gecesi, sabaha
kadar faşist katliamcı güçler kentte terör estirerek gösteriler
yaptılar ve şiddete başvurdular. Çevre ilçelerden ve yakın yerlerden
otobüslerle, kamyonlarla, traktörlerle kendi yandaşlarını kente
taşıdılar.
Katliamın ilk günü Ulu Cami çevresinde yaşanmışken, şimdi
neredeyse tüm kente yayılacak bir konuma gelmişti. Cami’yi dolduran
topluluğa, yalan yanlış bilgiler veren ve oradaki güruhun güdülerini
dürtüleyen, duygularını tahrik eden, düşmanca duyunçlara kapılmasını
sağlayacak konuşmalar yapan kışkırtıcılar, orada ki güruhun
daha çok dini değerleri, ırkçı/etnikçi sloganları kullanmışlar
ve oradakilerin zihinlerini pohpohlamışlardır. Gerici ve ırkçı
kafaları böylece motive etmişlerdir. Kışkırtıcıların güdülemesiyle
coşan katliamcı/ saldırgan güruh, birer canavara dönüştürüldüler.
İlk günkü saldırılarda 80-100 civarında işyeri tahrip edilmiş,
39 vatandaş, 4 polis, 3 komando, 3 jandarma olmak üzere 49 kişi yaralanmıştır.
Ayrıca 1 trafik otosu, DSİ’ine ait bir minibüs yakılmış ve 5
polis aracının da camları kırılmıştır. Bu olaylar nedeniyle
yalnızca 3 kişi tutuklanmıştır. İlk gün yaşanılan olaylar nedeniyle
Devrimci Öğretmenlerin cenazeleri orada kalmıştır ve cenaze töreni
yapılamamıştır. Güvenlik güçleri saldırgan güruhu dağıtacaklarına,
faşist güçlerle birlikte, devrimci güçlerin dağılmasını sağlamışlardır.
Bunun üzerine devrimci-solcu ve Alevilerden oluşan ilerici güçler
Yörükselim Mahallesinde toplanmışlardır. Burada olayları değerlendirmişler
ve yaralarını sarmaya ve kayıplarını bulmaya çalışmışlardır. 22 Aralık günü de faşist güçler durmamış ve tahrik eden eylemlerini
sürdürmüşler ve bunu gece boyunca da tahriklerini devam ettirmişlerdir.
Özellikle kim tarafından öldürüldükleri bilinmeyen faili meçhul
3 faşistin cenazesi de bahane edilerek kışkırtıcılar gericileri,
etnikçi faşistleri daha da galeyana getirecek sloganlar atıyorlar
ve sanki o 3 kişiyi “solcular öldürdüler” gibi yanlış bilgiler
sunuyorlardı. Gece boyunca “Üç Müslüman din kardeşimiz komünistlerce
öldürüldü” anonsuyla, saldırgan güruhu yönlendiriyorlardı.
Bu olayları Yörükselim Mahallesinde ki halk hiç uyumadan izliyor
ve gelişmeleri gözlemliyorlardı. Tüm bu olaylar, faşist katliamcı güçlerin, önemli bir saldırının
hazırlığında ve tezgâhında oldukları görülmesine karşın,
devleti yönetenlerin, kentin bürokrasisinin bu olayları görmezlikten
gelmesi çok düşündürücüdür!!! 23 Aralık günü, yaşanacakların habercisiydi adeta. Saldırgan
güruh saldırmak için bir komut bekliyordu. Burnundan soluyorlardı
adeta kudurmuşlardı. Bu saldırgan topluluk sabahtan itibaren Devler
Hastanesinin önünde ve çevresinde toplanmaya başladılar. Süreç
içinde bu kalabalık yaklaşık 15 bin kişilik bir sayıya ulaştı.
Bunlar akla hayale gelmeyecek davranışlar sergilemeye ve sağa-sola
saldırmaya başladılar. Düşmanca bir yaklaşımla, düşüncesini
ve eylemini, kendisi gibi inanmayanı ve düşünmeyeni “yok etmek”
üzerine kuran ve böyle davranan saldırgan faşist güçler, belirli
bir süre sonra yönlerini Yörükselim Mahallesine çevirerek, mahalleye
saldırmaya başladılar. Devrimci güçler ve Aleviler de böyle bir
saldırının olacağını sezinlemişlerdi ve buna göre kendi savunmalarını
hazırlamışlardı. Mahalleliler de korkusuzca mahallelerine karşı
girişilen bu saldırıyı dirençle karşıladılar ve kısa sürede
faşist katliamcı güçleri püskürttüler. Tüm bu olaylardan sonra valilik “sokağa çıkma yasağı”
uygulamasını başlattı. Bunu belediyenin anons ederek duyurması
gerekiyordu ama belediye görevlisi bu duyuruyu yapmayacağını çünkü
belediye başkanından emir alması gerektiğini söyleyerek görevini
yapmıyordu. Bunun üzerine Yzb. Bülent ENGİN, belediyeye giderek
bu duruma el koyar ve bu duyurunun hemen yapılmasını ister. Görevli,
belediye başkanından izin alamadığını ve bu nedenle duyuruyu yapamayacağını
söyleyince, Yüzbaşı: “O halde başkanı arayın”
der. Görevli, “aradım ama uyuyormuş, ulaşamadım”
yanıtını verir. Bu yanıt üzerine kızan yüzbaşı, görevlilere
dönerek: “Eğer bu bildiriyi, hemen duyurmazsanız, sizi gözaltına
alacağım” deyince, görevliler bildiriyi duyurmak zorunda kalırlar.
Ama iş işten geçmiştir. Bildirini, duyurunun hiçbir yararı olmaz.
Çünkü artık bu gerici-faşist güruh üstünlüğü ele geçirmişti
ve güvenlik güçleri de bu konuda yetersiz kalmıştı. Saldırgan güçler var güçleriyle, Alevilere ve solculara saldırıyorlar
ve özellikle güçsüz oldukları bölgelere ve mahallelere yönelerek
evlerde buldukları Alevilerin ve solcuların evlerini içinde ki insanlarla
birlikte yakıyorlar, yakaladıklarına işkence ediyorlar ve kadın,
çoluk-çocuk, ihtiyar-gebe, bebe vs demeden herkesi acımazsıca öldürüyorlardı.
Yanan evleri söndürmeye gelen itfaiyeye bile engel oluyorlar ve itfaiye
görevlilerini dövüyorlar ve engelliyorlardı. Yörükselim Mahallesinde ise insanlar var güçleriyle mahallelerini
koruyorlar ve buraya faşist güçlerin girmesine engel oluyorlardı.
Bu mahalleye giremeyen faşist katliamcı güçler, özellikle, Serintepe,
Yusuflular, Dumlupınar, Sakarya, Yeni Mahalle, Duraklı, Namık Kemal
vs. gibi mahallerde göreceli olarak daha az sayıda oturan ve önceden
bildikleri, ya da işaretledikleri Alevilere ve solculara ait evlere
saldırdılar. Bu saldırgan faşist güçler, böylece Maraş kent
merkezinin her yanını savaş alanına çevirerek, göz göre göre,
açıkça tezgâhladıkları Alevi Kıyımını gerçekleştirdiler.
Bu saldırıyı zamanında fark eden ve faşist güçlerin elinden kurtulabilen
Aleviler ve solcularsa Yörükselim mahallesine kaçarak ölümden dönmüşlerdir.
Kent tam bir ölü sessizliğine bürünmüştü. Tüm bu olaylar devletin
etkili-yetkili kişilerinin gözlerinin önünde yaşanıyordu. Bu faşist güruh, yakaladıkları Alevilere “Kelime-i Şahadet”
getirtiyorlardı ve Müslüman yaptıklarını söylüyorlardı. Şu
benci ve tekçi kafaya bakın… hiçbir insani değer var mı
bu kafada?!!! Bu saldırganlar “ordu-millet el ele”, “dinsizlere ölüm”
vs diyerek, insan öldürmekten zevk alıyorlardı. Bunlara “insan”
demek, ne kadar doğrudur? Zevkle öldürdükleri şu olaylara bakın: a-) Serintepe Mahallesinde, vicdanı insan kokan
ve insani değerlerle donamış olan gerçek dindar (dinci değil) İmam
ERGÖNÜL isimli bir Sünni, 5 kişilik bir Alevi Ailesini evine alıp
söz konusu saldırganlardan korumaya çalışır. Ama saldırgan katliamcılar
bu ailenin burada saklandığını öğrenir ve İmam’ın evine sığınmış
olan 5 kişilik aileyi dışarı çıkarıp acımasızca öldürürler… Bunun neresinde bir nokta insanlık
var?!! b-) Dumlupınar mahallesinde Ali Rıza İŞBİLİR
isimli bir Sünni öğretmen oturmaktadır. Onun Sünni olması, katliamcı
güruhun saldırısından kurtaramamıştır. Çünkü İŞBİLİR
solcudur, devrimcidir. Saldırganlar, faşist katliamcı güçler, bu
öğretmenin evine saldırırlar ve bir odada saklanmış olan ailenin
bütün üyelerini dışarı çıkarırlar. İŞBİLİR, katil
sürülerine: “Bana ne yapacaksanız yapın ama çocuklarıma dokunmayın”
demesine karşın, bu acımasız, canavar ruhlu yaratıklar ellerinde
ki et keserleriyle bütün aileyi öldürürler. Ne acı, ne üzücü, ne vicdanı
kedere götürücü bir davranış ve insan olma onurunu yok eden bir
eylem… ne derseniz deyin… kaygı verici, üzücü ve duyunçları
sızlatan olaylar. Neymiş, “solcuymuş”… solcu olmak suç mu?
Şu ilkel, banal, kafasız ve algısız düşünceye bakın… c-) Yine 24 Aralık günü, Çınarlı Caminin
önünde toplanan bu katil sürüleri “kahrolsun komünistler”,
Alevilere Ölüm”, diyerek; Musa Suna’nın ve Süleyman Metin’in
evlerine saldırmışlar, evleri yakmışlardır. Ailelerin genç kızlarını
esir almışlar ve taciz etmişlerdi. Hani, bu katil sürüleri bir
de “Müslüman geçinmişlerdir”… Bunlar da ne ahlak, ne vicdan
ne de insani bir değer kırıntısı bulmak olanaksızdır. Bu faşist
katliamcılar, “namustan” dem vururlar ama bunlar eylemleriyle en
büyük namussuzluğu yapmışlardır. d-) Gebe kadınları, çocukları acımadan katletmişlerdir.
Hani çocuklar sabiydi, gebe kadınlar can taşıyordu. Bu gibi insanımsılara insan
demek “insanlığa” hakarettir. Maraş’ta gericiler ve Faşistler öldürülen
öğretmenlerin cenaze namazlarının kılınmasına izin vermediler.
Gerekçeleri ise; öğretmenlerin solcu olmalarıydı. Çünkü faşist,
gerici ve yobaz güruha göre solcuların/Alevilerin cenazeleri, kesinlikle
camiye sokulmalıydı. Bunların mantığına göre solcuların namazı
kılınmaz, solcular ve Alevilerle yan yana gelinmez. İşte “tekçi/ etnikçi/merkezci/kendinci/
ve egosantrik anlayış… Bu düşünce de evrensellik var mı? Bu
görüş, insani bir değer kırıntısı taşıyor mu? HAYIR… Gerici, yobazlara göre, bir insan “Solcu”
mu?, Komünist mi? Laik mi? Çağdaş değerlerden yana mı? Kızılbaş
mı? Kadın ve erkek eşitliğini savunuyor mu? Herkes eşit yaşasın;
insanlar, biat kültüründen kurutulup, özgür bir birey olsun diyor
mu? O zaman bunlar toptan suçlu!!! Esasında suçlu, bu tür düşüncenin
kaotik ve sakat bakışındadır. Faşist, katliamcı güçlere göre,
solcular dinsiz ve allahsızdır. İşte düz mantığın, çizgisel
düşüncenin ve karmaşık algının geleceği sonuç budur. Bu tür
bir görüşün, akıl ölçüsünde bir değeri yoktur. Şimdi sormak ve haykırmak
gerekir: Ey faşist güruh, “eğer yukarıdaki değerleri savunmak
suç ise, bir düşün bakalım; “geriye, insanlık adına hangi değerler kalıyor”?
Oysa gerçekte solcular, Aleviler, Kızılbaşlar,
kimsenin dinine, imanına karışmazlar, karışmamışlar da. Dinine
bağlı olanlardan, birçok solcu insan olduğu gibi; dinsiz olup ta
solcu olmayan birçok insan da vardır. Alevilerin, Kızılbaşların
da “kendilerine özgü inançları” vardır. Böyle kaba, diyalektik mantıktan
uzak, banal ve bilimsel anlayışa ters bir algı ve ters bir mantıkla
yaklaşımlar, insanı her zaman yanlışa götürür. Bu görüşler
çözümlemeci yöntemden uzak, indirgemeci ve pratik algıcı gelişmemiş
beyinlerin ürünü olabilir. Zaten bu güruhtan da bilimsel ve analitik
bir mantık beklemek yanlış olur. Çünkü bunlar biat kültürüyle
yetişmiş insanlar olduklarından asıl onları yönlendiren çıkarcı
ve kışkırtıcı güçleri bilmemiz ve onları sorgulamamız gerekmektedir.
Çünkü halk psikolojisi denilen güdü
çok önemlidir. Bilinçsiz yığınlar çok hızlı etkilenirler. O
yığınlar, yoğun bir duygu ve edinim içine sokulduğunda onları,
istenilen şekilde yönlendirmek çok kolaydır. İşte, yakın zamanlar da, gerek
Maraş’ta, gerek Çorum’da, gerek Sivas’ta ve gerekse 1993 Madımak
Yangının da yapılan bu olmuştur. Şu bir gerçek ki dünyada sol anlayış,
her zaman sosyal olaylara sınıfsal yaklaşır. Üretim- tüketim çelişkisini
çözümler, onlar arasında ki uyuşmazlıkların neden ve niçinlerini
sorgular. Halkı uyutun her türlü değerlere ve uygulamalara karşı
durur. Solcular, devrimciler ve ilericiler insanlığı
tarih süreci içinde her zaman ve dönem inanç ve din adına insanları,
halkı kandıranlara karşı olmuşlardır. Yoksa inancını gerçek
anlamda yaşayanlara karşı hiçbir incitici duruş sergilememiştir.
Tarihte de, günümüzde de dini inancı olan birçok sol, sosyalist,
ilerici insan da bulunmaktadır. 1970’ler döneminde de solcular, ilericiler
ve devrimciler halkımızı din adına kandırıp onları sömürenlere
karşı bir duruş gösterince çıkarları bozulan iç ve dış egemenler,
halkın inançlı kesimlerini kışkırtarak solcuların, devrimcilerin
ve ilericilerin bu duruşlarını “din karşıtı” olarak sunmuşlar
ve böylece halkı bu şekilde yanlış bir şekilde yönlendirmişlerdir.
İşte başta Maraş Olayları olmak üzere tüm diğer gerici ayaklanmalar
bu zemin üzerinden değerlendirilmelidir. Bu kısa çözümlemeden
sonra Maraş Olaylarına bakabiliriz… 19-26 Aralık 1978 Kahramanmaraş olayları.
Büyük bir tezgâh, karanlık güçlerin entrikaları, yine oyun içinde
oyun; yine kışkırtma; yine kışkırtılan ve güdülenen bilinçsiz
yığınlar vs… Maraş da, bu desise gerçeğe çevrildi
ve 1978 yılının 19-24 Aralık günlerini kapsayan ve yaklaşık 8
gün süren olaylar dizisinde faşist katliamcı güçler; “Din elden gidiyor, Komünistler Cami bastı; Müslümanlar
nerdesiniz, Kanımız aksa da zafer İslam’ın” vs gibi sloganlarla, Alevilere
ve devrimcilere saldırdılar. Söz konusu bu tarihlerde, insanlık
adına utanç verici bir katliamı gerçekleştirdiler. Hemen insanca
olan her şeyden tahrik olan bu faşist katliamcı güçler, gericiler,
insan olamamış insanımsılar; acımasızca, büyük bir öfke ve
hınçla çevrede bulunan ilericilerin, devrimcilerin ve Alevilerin
tüm işyerlerini kundaklandılar, yaktılar, yıktılar. Daha
sonra da, mahallerde ve kentte, çoluk, çocuk demeden insanları vahşice
öldürdüler. KATLİAM SONUCUNDA
İNSAN KAYBI Yaklaşık 8 gün süren
bu katliam, 20 yüzyılın 2. Yarısında Alevilerin uğramış olduğu
en büyük katliamlardan birisi olmuştur. Bu katliam sonucunda
resmi verilere göre 111, gerçek de ise 200’e yakın insan acımasızca
öldürülmüştür. Bu rakamın 500 olduğunu söyleyenlerde vardır.
Burada artık sayının şu veya bu olması katliamın korkunçluğunu
ve boyutunu değiştirmemektedir. Bu katliam sürecinde;
552 ev, 289 işyeri, 8 oto tahrip edilmiştir. Bu da bu katliam sonucunda
ortaya çıkan ekonomik boyuttur. Türkçü-Milliyetçi-ırkçı
ve Sünnici bir anlayıştan bir araya gelen kalabalık bir topluluğun,
ilerici-devrimci-solcu ve Alevi topluluklarına yaptıkları saldıralar
sonucunda yaşanan Maraş Katliamı, tarihin kanlı sayfalarında yerini
almıştır. Özünde insani değerler taşıyan her insanın vicdanını
sızlatan bu katliama yaklaşık 30-40 bine yakın saldırgan bir güruh
katılmıştır. Söz konusu bu katliama uğrayanların sayısıysa
yaklaşık 200 bin civarındadır. Devletin bürokrasisi
(polis, bekçi, memur, muhtar), kimi din adamları, Belediye başkanı,
paramiliter güçler vs katliamcıların yanında yer almışlardır. Maraş Katliamı, kesinlikle
bir Alevi katliamıdır. Maraş’ta sinemaya patlayıcı
atılmasıyla ateşlenen ve 2 solcu öğretmenin öldürülmesiyle daha
da alevlenen olaylar; öğretmenlerin cenazelerinin kaldırılması
sırasında; gerici ve faşist güruhun, ilerici ve devrimci guruba
saldırmasıyla katliamın yolu açılmıştır. Sinemaya patlayıcıyı atanlar,
cami de namaz kılan halkı, yanlış ve yalan bilgilerle galeyana getirip,
onları solcuların ve Alevi mahallerinin üzerine gönderenler esas
suçlulardır.
Sonrasında, gözü dönmüş, insanlığını
yitirmiş ve vicdanını kapatmış olan güruh, çoluk, çocuk, kadın,
erkek demeden “Müslüman Türkiye” diyerek onca suçsuz
ve masum insanları öldürdü. Bu güruh, çevrede, Alevilere ve solculara
ilişkin ne var ne yoksa hepsini yaktı, yıktı, tarumar etti. Bu olaylarda
kafası uçan, eli kolu, bedeni paramparça olan insanlar vardı. Ne
acı, bu katliama yürek dayanır mı? Bu kadar insanı, din, mezhep, inanç,
etnik adına acımadan öldürmek, insanlığa ne kadar sığar. Allah’ın
adaletiyle ne kadar uyuşur. Sloganlarına baktığımız da, bu katiller,
bu katliamları Allah adına yaptıklarını söylemişlerdir. Çorum’da
da hemen, hemen aynı tarihlerde benzer katliamlar yapılmıştır.
Orda da onlarca insan öldürülmüştür. 1993 yılının 2 Temmuz’unda Sivas
da, 33 aydınımızı 2 otel çalışanını canlı canlı yakanlar,
Maraş Katliamını gerçekleştiren katliamcı güruhla aynı mantığa
ve aynı görüşlere sahip insanlardı ve hemen hemen aynı gerekçelerle
eyleme girişmişlerdi. Sivas’ta da, gerici/etnikçi faşist
saldırgan güruh ve özlerinde sevgi taşımayan insanlar acımadan
oteli yakarak o kadar insanın korkunç bir şekilde ölmesine neden
olmuşlardır. Bunlar, Maraş’ta, katliam yaptıkları sırada, attıkları
sloganları, kışkırtıcı söylemleri, Sivas’ta da yaptılar ve
benzer senaryoları burada da uygulayarak, onlarca masum insanın diri
diri yakılmasını sağladılar. Bunlar insan mı? Oysa insan, bir sevgi
varlığıdır? Öylem midir? HAYIR!!! Kıyıcı,
öldürücü, katliamcı, dışlayıcı, bencilci ve insanlar nasıl
“sevgi varlığı” olabilirler!!! Bu olaylar bunu doğrulamıyor.
Çünkü özünde sevgi taşıyan birisi, kalkıp da “insan yakar
mı?” Demek ki, her insan “sevgi varlığı” değildir. O zaman
şunu demeliyiz: “İnsanlaşmış insanlar “sevgi” varlığıdır.
İnsan, bir akıl varlığıdır? Öyle
midir? HAYIR!!! Akıllı olduğunu söyleyen insana
bakın. Hırs, nefis, öç alma, kendisinden olmayanı yok etme, kendisi
gibi düşünmeyeni küçümseme, öldürme, her şeyi kendi kazancı
üzerine kurgulamak!!! Bu mudur? Akıllılık. Kendisi gibi inanmayan
ve kendisi gibi düşünmeyen insanları yakmak mıdır? Akılılık…. Demek ki, her insan “akıl varlığı” değildir. Ancak insanlaşmış insanlar,”akıl varlığıdırlar”. Akıl varlığı
olan insan, kendi cinsini toptan yok edecek bir davranışa girer mi? Ben, insanları yakanlarla, insanlara
kıyım uygulayanlarla aynı sıfatı taşımak istemiyorum. Çünkü
onlara “insan” demek, doğru değildir. Bunlara insan demek, insanlığa aykırıdır.
Bunlar, insan olamamış insanımsılardır.
Bu kıyımın üzerinde 36 yıl geçti. Peki, bu olayı çıkaranların gerçek
suçluları nerede?.. Gerçek suçlular neden açığa çıkarılmıyor?
Bunlar neden gizleniyor? Oysa gerçek suçlular, sağcı ve
gerici partiler de milletvekili oldular, meclise taşındılar, adeta
ödüllendirildiler. Daha yakın zamanda,
Malatya’da, Adıyaman’da, Alevilerin evlerinin işaretlenmesi, her
dönemde bu tür eylemlerin yapılması ve faillerinin bulunmaması
da düşündürücüdür. Devleti yönetenlerin, bu konuda “cağız,
ceğiz” den başka bir şey yapmamaları da, işin vahametini göstermektedir. Gezi de 8 gencin devletin
güvenlik güçleri tarafından acımasızca öldürülmesi, devletin
Alevilere ve solculara nasıl baktığının da göstergesidir. Bu kadar kan, bu kadar kıyım yetmedi
mi? Şu bir gerçek ki,
inanç kişisel yaşanır ve inanç herkesin iç dünyasıyla ilgilidir.
Bugüne kadar, kişilerin inancını ölçecek bir araç bulunmamıştır.
Yani, hiçbir kimse, kimsenin inancına mizan kuramaz. Bu, kimsenin
haddine de değildir. Bu bağlam da, devletin, inançlar bakımından
herkese eşit yaklaşması gerekmektedir. Oysa bugüne kadar bu, hep sözde
kalmakta ve devlete egemen olan anlayış, her inancı kendisine benzetmeye
çalışmaktadır. Bu durum, çağdaş değerlere ve
laikliğe aykırıdır. 36 yıl önce meydana gelen ve onlarca
insanın vahşice öldürülmelerine neden olan Maraş Kıyımını,
insanı baskı altında tutan her yönetimi, kişilerin ve toplulukların
kültürel ve inançsal değerlerini, kendi değerlerine benzetmeye
çalışan ve bu nedenle kıyımlar yapan ve dünyada insanlığa karşı
“Kıyım Uygulayanları” en yoğun duygularımla kınıyorum. Yeryüzünde, barışın, özgürlüğün,
kardeşliğin, eşitliğin, adil paylaşımın, dostluğun ve yoksulluğun
ortadan kalktığı bir dünya diliyorum. Kimsenin inancından,
dilinden, kültüründen dışlanmadığı, horlanmadığı bir dünya
özlemiyle… TÜM ŞEHİTLERİMİZİ SAYGI VE SEVGİYLE
ANIYORUM…..
SÜLEYMAN ZAMAN
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder