02.07.2020 Tarihinde 2 Temmuz Sivas Katliamının 27. Yılı sebebiyle Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şubesi Cemevi ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Datça Şubesinin öncülüğünde Datça Demokrasi Platformu Datça Cumhuriyet Meydanında basın açıklaması yaptı.
Sunuculuğunu Özcan Bey ve Hülya Hanım’ın yaptığı
törende, Basın Açıklaması Leyla Dinçer tarafından okundu.
Basın Açıklamasında CHP Datça İlçe Başkanı Aytaç
Kurt, HDP Datça İlçe eş başkanı Hülya hanım ve ilçe yöneticisi Hürriyet
Karadeniz, ÖDP Datça temsilcileri, Emek San Datça Şubesi Başkanı Hüseyin Sarı,
Eğitim Sen temsilcileri, Datça Kent Konseyi Başkanı Hayriye Balkan, CHP Kadın
Kolları Datça Başkanı, HBVAKV Datça Şubesi Cemevi Yönetici ve üyeleri, Pir
Sultan Abdal Kültür Derneği Datça Şubesi Yönetici ve üyeleri ve bir çok sivil
toplum örgütleri hazır bulundu.
27. YILDA DA ADALET
İşte
yirmi yedi yıl oldu! İşte bir kez daha, adı Cumhuriyet olan bu meydanda, bizim
adımıza birilerinin oldukça asla bizim olmayan bir Cumhuriyet değil, hiç
kimsenin oldukça bizim olacak bir Cumhuriyet için, “utancımızla bilenmeye” buradayız.
Hep birlikte hatırlıyoruz; bugün 2 Temmuz; bir şehirde, bir otelde,
adını, kendisini Anadolu’nun gelmiş
geçmiş tüm halklarına cömertçe sunan bir ottan, Madımak’tan alan bir otelde,
otuz beş can vahşice katledildi! Bir şehirde; Sivas’ta! Adlarını asla
unutmayacağız. Nasıl unutabiliriz ki “Ülkenin her
yerinde ölüler dolaşıyor, sokaklarda, aramızda dolaşıyorlar, birden karşımıza
çıkıyorlar en beklenmedik anlarda.” Ölülerimizin katillerine asla “utanın”
demeyeceğiz, çünkü utanç ölülerimizin bize, büyük insanlığa mirası ve bizim
onlara borcumuzdur! Sivas’ta Madımak’ın ateşine, Gazi’de çöp tenekesinin
yanında vurulup düşene, Hatun anamızın boş mezarına, Taybet anamızın kurşun
sesleriyle dolu boş sokağına, Çorum’un işkence merkezi hastahanesine her
baktığımızda utancımız başımızı eğsin, cesaretimiz göğe değsin diye buradayız,
bir kez daha. Bir kişi de kalsak, bir kez daha, bir kez daha! Utancımızın
beslediği cesaretimiz sürdükçe Sivas’tan Gazi’ye, Dersim’den Diyarbakır’a
bucaktan bucağa, uçtan uca, “ölülerimize borcumuzu ödeyeceğimiz gün
yaklaşıyor.”
“Takvimlere
ve haritalara korkmadan bakacağımız bir zamanımız olacak mı bir gün? (…)
Temmuz‘a baktığımızda yok olacak mı üzerinde tüten o uğursuz duman, sadece
mevsimlerin gidişini izleyebilecek miyiz bir gün içimiz acımadan? Bir
takvime bakarak bile delirebilir insan. “Bir mendil niye kanar” bilemeyiz ama
takvimlerin niye kanadığını biliyoruz, günlerin yandığına şahidiz. Sözün
utancına, seyirlik katliamlara, insanın öldüğü ana şahidiz.” O yüzdendir ki “Öfkemizi
kınında hazır tutuyoruz, hiç yüz vermiyoruz unutuşa, içimizi rahatlatacak bütün
reçeteleri, 2 Temmuz’daki ocağın içine atıp yakıyoruz ve o yangını içimize
çekiyoruz. Ağlamıyoruz artık, yangını içimize çekiyoruz,” öfkemizi harlamak
için.
Peki
ama öyleyse göstermelik de olsa Sivas’ın katilleri sözüm ona yargılanırken,
mahkeme kapılarında üstlerine polislerin saldırdığı ailelerin yanında neden
kimse yoktu? Roboski anneleri Meclis’in kapılarından kovulurken, kim yalnız
bıraktı onları? Hande Kader’in yakılmış cesedi Zekeriyaköy’de bulunduğunda
cesedini teşhis eden kaç kişiydik? Bırakın Madımak’ın alevleri göğe yükselsin,
madem ki Sünni Müslüman değildir; bırakın Roboski’de katırlar, çocuklar
bombalanadursun, madem ki katırlar bile Türk katırı değildir; bırakın Hande’nin
et kokusu burnumuzdan eksik olmasın, madem ki hetero değildir! Ama biz yine de
inanmaya devam edelim “Büyük İnsanlığa”, öyle mi? Hani şu “sekizinde işe gidip
yirmisinde evlenen”, evlendiği gece karısını döven, açlıktan, işsizlikten,
COVİD’den, “kırkında ölen”, “ekmeğin, pirincin, şekerin” elbette elbette
“okulların, öğretmenlerin, kitapların, üniversitelerin” “kendisinden başka
herkese yettiği” şu “Büyük İnsanlığa.” Artık umudu bile parsel parsel satılmış,
bir yandan gözyaşlarıyla boş cebini gösterirken, bir yandan hala kendi cebini
boşaltanlara oy vereceğini söyleyen büyük insanlığa! Neden? “Çünkü umudu var
büyük insanlığın.” Neden? Çünkü umutsuz yaşanmıyor! Evet, umut! Kaybedilmiş
evlatlarımızın kemiklerinin bir gün posta kargosuyla evimize geleceğine dair
tükenmeyen umut! Mutlu olacağız kargodan çocuklarımızın kemikleri çıktığında.
Mutlu olacağız elbette, o kemiklerin Kilyos’ta bir kaldırımın altına kutu kutu
gömülmediğine şükrederek! Evet, umut! Güpegündüz kimliği belirsiz, faili belli
bir dozerin mezarlarımızı dümdüz etmeyeceğine umut! Parçalanan her bir mezar
taşını evladımız diye bağrımıza basarak mutlu olacağız: Hiç değilse
evlatlarımız hala toprağın altında, şanslıyız gömebildik bir zamanlar: Mezarlık
kapılarını tutup cesetlerimizi yakacaklarını çarşaf çarşaf ilan ederken
birileri ve Maraş’ta yitirdiğimiz canların mezarı bile belli değilken. Evet,
umut: Aile boyu silahlandıklarını açıkça söyleyip ölüm listelerinin hazır
olduğunu beyan edenlerin listesinde belki de bizim adımız yoktur! Ve asla bizim
çocuklarımız olmayacaktır ölüm oruçlarıyla yürüyüp giden mezarsız bırakılan
ölüler! Umudumuz var, evet: ne de olsa barış isteyenleri üniversitelerden atıp
açlığa mahkum edenler, kendi üniversitelerine sıra gelince Maocu olmasa da
devrimci olduklarını keşfediyorlar bir gecede! Ne onun gibileri, ne kadınların
fıtratına uygun meslek arayıp duranları, unutmuyoruz! Ama unutmadıklarımız
içinde kesilip atılmış bir tırnak kadar değerleri yok. Asıl unutmadığımız,
unutmamamız gereken borcumuz, borçlarımızdır! Ölülerimize karşı borçlarımız!
Tarihe karşı borcumuz!
“Takvime
bakıyoruz, günlere kazınmış dehşetler görüyoruz, takvime bakıyoruz, aktığını
sandığımız zamanın aslında suç anlarında asılı kaldığını görüyoruz, borcumuz
sadece ölülere değil, tarihe de; ölüler aramızda yaşadıkça ve adalet diye
bağırdıkça kurtulmayacak tarih
yakalandığı ağdan.” Muktedirler, tarihi yakalandığı
bu ağda sonsuza kadar çırpınan bir balık misali tutmak için suç tanelerini bir
tespih gibi dizip bize ilahi adaletin adresini gösteriyor; Sivas’ın katilleri
bir bir affedilip sırtları sıvazlanırken; sözüm ona aranıp dururken askere
gidip karakolun yanındaki evlerinde huzur içinde yataklarında ölürken!
Kendi
suçlarını yasalardan ve hukuktan kaçırıp Allah affetsin’e havale edenler,
kendilerine yönelik en küçük bir eleştiriyi bile teröristlikle damgalayıp suç
ilan ederek cezaevlerini doldurmakla yetinmiyor; hukuk mekanizmasını yasalarda
olmayan suçları icat eden bir mekanizmaya dönüştürüyor. Artık muktedir
şebekenin üyelerinden biriyle ilgili eleştiri yapmanız gerekmiyor suçlu
sayılmak için, övmemeniz yetiyor da artıyor bile! Susmamızı istemekten çoktan
vazgeçtiler! Artık onların istediği gibi, onların gönlüne ve çıkarlarına göre
konuşmamız zorunlu! Bugün barolar bu yüzden parçalanıyor! İktidara göre
konuşmamakta inat edenlere karşı, iktidarın ağzından konuşan barolar yaratmak
için! Ölülerimiz bir yana; teste, tedavi imkanlarına, hatta hasta olduğunu
kabul ve beyan etme lüksüne bile sahip olmayan bizler, Corona’ya kurban edilen,
edilmeye hazırlanan bizler, mucize eseri işten atılmamışsak, her gün işe gitmek
zorunda kalan bizler, ez cümle bu düzenin “ıskartaları”, yerimizi almaya hazır
milyonlarca genç işsiz kapılarda yığılmışken genci yaşlıya düşman eden bu
zihniyet, işte bu yüzden Tabipler Birliğine
de kulaklarını tıkıyor; alıyla sarısıyla kendisi gibi konuşmayan sendikaları
yok saydığı gibi; tarım işçilerinin cesetleri yolları saçılıyormuş, ne gam,
halk plajları Corona kaynıyormuş ne gam, Bodrum’da bir şezlonga bin lira
ödeyenlerin testleri ve tedavileri hazır nasıl olsa, çark dönsün! Salgın mı?
Evet salgın. Adalet peşinde yürüyenlerin önlerini şehir kapılarında kesmek için
salgın! Aman ha, iki kişi bir araya gelmesin diye salgın! Fırsat bu fırsat,
dünya onların önünde, suyu kanımız, eti bedenimiz bir azınlığın sofrası olarak
dursun yeter ki! Biz ama sakın sokağa çıkmayalım, aman tedbiri elden
bırakmayalım; ağız ve burunlarını kapatan maskeleriyle yüzlerce kadın kendi
evlerinde dayak yiyip tecavüze uğrarken! Maske takmış ya, ne gam!
Öyleyse
borcumuz adalet borcudur! Ölülerimiz için de, dirilerimiz için de.
Bu
dünyanın adaleti iktidar için olsun diye, iktidara adaletin kılıcı asla
değmesin diye, adalet ilahi adalet olarak yüceltilip bu dünyadan kaçırılıyor.
Ama ilahi adaletin sözcülüğüne soyunanlar Kürdü Türke, ateistleri, deistleri,
agnostikleri, cümle gayri-müslimi, paganı Sünni müslümana, Aleviyi Sünniye,
gayi, lezbiyeni, transı heteroya, kadını erkeğe hedef göstermekten, her gün
yeni yeni ulusal görevler icat etmekten geri durmuyorlar! Dün Sivas’ta, katliamdan
önce sokaklarda yankılanan o nefret bildirilerinin “Haydi Müslümanlar göreve”
çağrısı, bugün ülkenin tüm evlerinden, ekranlardan akıyor. Ana oğluna kızına,
baba karısına, kardeş kardeşe karşı göreve çağrılıyor; yerli ve milli bir görev
bu. Öyleyse şimdi Sivas neresi? Şimdi Sivas’ın tarihi nedir? Zamanı nedir? Şimdi Sivas bir şehrin adı, 2 Temmuz bir
katliamın tarihi değilse, adalet borcumuzun yeri de tarihi de ödemediğimiz
sürece daha da genişleyecektir!
“Gerçekten
bir takvime, bir haritaya bakarak bile delirebilir insan.” Ama biz şimdi
buradan bir kez daha ilan ediyoruz ki mahallemizin kaybolan delilerini
bağrımıza basıp asla delirmeyeceğiz! Kim bizi meczup, kim deli, kim terörist
ilan ederse etsin, her iktidar mahallesinin delisi olarak sormaya ve istemeye
devam edeceğiz. Siz, fetihçi bir zihniyetle, Artemis’in toprağı üzerinde
yükselen, 1700 yıldır bu coğrafyanın gelmiş geçmiş tüm topluluklarının ortak
mirası Ayasofya’yı kendi dininize tapulamaya çalışırken, sizin ibadethane
saymadığınız cemevlerimiz kapılarını ölüye de diriye de, insana da hayvana da,
bötü börtüye de, ağaca da çiçeğe de açıyor ve bizim ibadetimiz hatırlamamızla
yürür; siz Madımak’ı müze yapmadıkça her cemimiz Madımak’tadır. Bunu asla
unutmayın; bu da bize değil, size dert olsun çünkü iktidar aklının saklamaya
çalıştığı her şeyin şahidiyiz. Çünkü, Büyük İnsanlık, umudumuzla değil,
tanıklığımızla, borçlarımız ve alacaklarımızla biziz!
Bir
tek kadını, bir tek çocuğu, tek bir gayi, lezbiyeni, transı, hiçbir Aleviyi, Kürdü,
Ermeniyi, yurdundan edilmişi, yuvası dağıtılmış, ağacı kesilmiş, suyu
zehirlenmiş kurdu kuşu, tek bir yoksulu, emeği zinciri olmuş hiç kimseyi geride
bırakmadan
Ya
hep beraber, ya hiçbirimiz!
Pir
Sultan Abdal Kültür Drn Datça Şubesi & HBVAKV Datça Şubesi Cemevi
Ve
Datça
Demokrasi Platformu
Not:
Metin içinde Büyük İnsanlık’la ilgili dizeler Nazım Hikmet’ten, onun dışında
kalan tırnak içindeki ifadeler, KHK’lı akademisyen Doç. Dr. Süreyya
Karacabey’den alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder